-->

7 Aralık 2009

Özellikle son iki sezonda, ilginç bir şehir efsanesi doğdu. Bank Asya 1. Lig, Turkcell Süper Lig'den daha kaliteliymiş. Şu lafı söyleyenler bir sezonda, kaç tane 1. Lig maçı izliyor gerçekten çok merak ediyorum. Belli ki önemi yüksek bir kaç maç veya belki de hiç. Eğer 1. Lig'i ciddi ciddi takip edip, hala bu iddianın arkasında duran varsa, onun da kalite anlayışından şüphe ederim.

Baktığımız zaman; futbolcular 2. sınıf, teknik direktörler 2. sınıf, hakemler 2. sınıf, stadlar 5. sınıf, yöneticiler 10. sınıf. Sahadaki en pahalı oyuncunun senede 500.000TL kazandığı, patates tarlasına dönmüş eğri büğrü stadlarda oynanan, 1000-2000 biletli seyircinin izlediği, okul turnuvası emanet edilmeyecek hakemlerin yönettiği, takımların başında hiç Süper Lig görmemiş birer teknik direktörün olduğu ve kimi zaman ticari, kimi zaman da siyasi propagandalarını yapmaktan başka hiçbir motivasyonu olmayan başkanlara sahip takımların maçlarından, nasıl oluyor da kaliteli bir lig ortaya çıkıyor? Tabii ki algıda seçicilik sayesinde.

Üç İstanbul takımı ilk üç sıranın dışında kaldığında ve hatta herhangi bir anadolu kulübüne puan kaybettiğinde bile, ortalığı ayağa kaldıranların, bu ne kalitesiz bir ligdir diyenlerin, nedense 1. Lig'de herkesin herkesi yenebilmesi, sürekli sıralamaların değişmesi, 5-6 takımın şampiyonluğa oynaması pek hoşlarına gidiyor. Yani kendi takımları puan kaybedince tu kaka, başkası kaybederse ala.

1. Lig'de, Süper Lig'den fazla olan tek bir şey var: rekabet. Ancak, maalesef kalitesizlikten kaynaklı bir rekabet. Bu, sözde kaliteli ligde, en kaliteli takım değil, kalitesizliği minimuma indiren takım şampiyon oluyor. Bunu başarabilen takım sayısı da bir sezonda ikiyi üçü geçmediğinden, herkesin herkesi yenebildiği bir lig çıkıyor ortaya. Bir bakıyorsunuz 10. sıradaki bir takım iki hafta içinde ilk altıya giriyor. Sonra üç hafta kazanamıyor ama rakipleri de kazanamıyor ve hala ilk altı içinde kalıyor. Sonra bir daha bir galibiyet serisi... Bu sefer aynı takımı ilk ikiye yaklaşırken görüyoruz. Sezon sonunda ise 14. sırada. Yani istikrarsızlık, bilinmezlik had safhada. Kaliteden söz etmek ise gerçekten güç.



Maçların D Spor'dan yayınlandığını da unutmamak lazım! Bu da kalitesizliği katlayan bir faktör. Yani aslında, şu haliyle 1. Lig'de oynanan maçları izlemek gerçekten insanın içini sıkan bir aktivite ama bu ligden bir takımın taraftarı olmak biraz farklı. 34 hafta boyunca ne yapacağını kestiremediğiniz bir takımı tutuyorsunuz. Şampiyonluk hedefiyle yola çıkıp küme de düşebilirsiniz. Ligde kalmayı hedefleyip Süper Lig'e de çıkabilirsiniz. Zaten sezon başında en az on takım şampiyonluk hedefi koyar. Tam bir heyecan fırtınası. Tabii sağlam bir kalbiniz olması şart. Zira böylesi bir strese dayanmak kolay iş değil.

Demem odur ki, bir takımın taraftarı değilseniz, alt liglere özel bir merakınız yoksa, 2. lig golcüleri tarzı geyikler yapmayı sevmiyorsanız ya da eskilerin muhabbetlerini dinlemek için açık tribüne girenlerden değilseniz hiç bulaşmayın; keyif almazsınız. Şu yazıyı okuduktan sonra da biri gelip, ya aslında 1. Lig daha kaliteli, orada acayip top oynanıyor derse, benim için şöyle bir bıyık altından gülersiniz.

0 yorum:

 
Meşale Kokusu