-->

31 Aralık 2009



Hayatımın en yoğun iki haftası geride kaldı. Dün gece tam yedi saat uyudum! İkişer, üçer saatlik uykularla geçen günlerden sonra büyük gelişme. Neyse ki kurtuldum. Özgürüm! Bu aralar yazmak için bol bol vaktim olacak. Kafamda biriken konular var. Umarım hepsini yazabilirim.

Gün itibariyle büyük beklentilerle girdiğimiz 2000'li senelerin ilk onunu deviriyoruz. Milenyum coşkusu daha dün gibi aklımda. Ne dersiniz? Beklediğimizi bulabildik mi yeni binyılda? Bence fena değiliz be. Çok yükleniyoruz kendimize ama hayal kurmayı çok seviyoruz biz. Ondandır sıkça yaşadığımız hayal kırıklıkları. Yoksa iyiyiz iyi. Çok da karamsar olmamak lazım.

Yeni yıl için havuzlu villa, yılan bir araba, 5250000TL para, şan, şöhret gibi spesifik bir dileğim yok. Herkese mutlu ve huzurlu bir yıl diliyorum. Biliyorum en bayat esprilerden biri ama garip bir şekilde hoşuma giden bir klişeyle kapatmak istiyorum blogun 2009 defterini: Seneye görüşürüz!

25 Aralık 2009



Finallerin göbeğine düştük. Pazartesiden beri kafa kaşımaya vakit yok. Yılbaşına kadar da böyle devam edecek. Bu sürede yeni yazı gelmeyecek gibi görünüyor. Takipçilerimiz kusura bakmasınlar...

23 Aralık 2009



İki takımın da maça asıldığını söyleyemeyiz. Fenerbahçe yürüye yürüye üç yaptı maçı. Altay da nasıl olsa kazanamayız mantığıyla minimum golü yemeye çalıştı. Önce 1-0'ı kabullendiler. Sonra da 2-0 ve 3-0'ı. Ara sıra Burak Çalık'ın sürüklediği toplarla atak yapmaya çalışsalar da 3-4 adamdan daha kalabalık gelmeye hiç tenezzül etmediler.

Özer Hurmacı'nın performansı benim adıma maçı izlenilir kılan tek detaydı. Yalnız üzerindeki baskıyı hala atabilmiş değil. Maçın başında Daum'un gözüne girmek adına, ayağında top tutmamaya ve basit oynamaya çalıştı ama çok pas hatası yaptı. Neyse ki golü attı ve kendine geldi. Bu dakikadan sonra daha rahat ve verimli oynadı. Üzerine düşülürse çok iyi yerlere geleceğine inanıyorum Özer'in. Umarım yanılmam.

Bir diğer dikkat çeken isim ise Bekir'di. Sheriff maçında etkisiz görmüştüm ama bu maçta bol bol ben sağ kanadı istiyorum ortası kesti. Yine de Gökhan'ı kesmesi imkansız ama tünelin ucunca hafif bir ışık gördüm.

Maçın en büyük hayal kırıklığı ise kesinlikle Semih'ti. Resmen pas tutmuş. Bu haliyle, şu kötü Guiza'dan bile formayı alması mümkün değil bence. Sahiden, Semih en son ne zaman gol attı?

Maçla ilgili en ilginç detay ise Altay taraftarıyla ilgili. 3 gol de, her zaman, her yerde, en büyük Altay diye bağırdıktan sonraki bir dakika içinde geldi. İlk iki golden sonra totem yaparlar dedim ama üçten sonra bile ısrarcıydılar.

Son olarak, bu maçı, bu saate koyanlara selam etmek isterim. Hafta sonu 8'de maç oynatanlar, hafta içi maçını hangi mantıkla, hem de voleybol maçıyla çakıştırarak 6:30'a koyarlar anlamak mümkün değil. Sayelerinde, sonucu belli olan maç, seyircinin de olmamasıyla iyice tatsız tuzsuz geçti. Hafta içi futbolsuz kalmayalım diye maça gittik ama maalesef kayıp iki saatten fazlasını bulamadık.

21 Aralık 2009



2009'da, Twitter'da en çok bahsedilenler açıklanmış. Spor kategorisindeki sıralama şu şekilde:

Sports (Teams, Events, Leagues)

1. Super Bowl
2. Lakers
3. Wimbledon
4. Cavs (Cleveland Cavaliers)
5. Superbowl
6. Chelsea
7. NFL
8. UFC 100
9. Yankees
10. Liverpool

Bir nevi popülarite sıralaması olarak görebileceğimiz listede ilginç sonuçlar var. Örneğin 6 kupa bile Barcelona'dan, Chelsea veya Liverpool kadar bahsedilmesini sağlayamamış.

Bir gün içinde olup biten Super Bowl'un bütün sene boyunca en çok konuşulan konu olması da dikkat çekici. Hatta, hatalı yazılışı da 5. sırada. Pes...

UFC 100'ün diğer dövüş sporları arasından böylesine sivrilmesi benim için şaşırtıcı. Şahsen en az ilgimi çekeni.

Lakers, dünyanın en popüler kulübü gibi görünüyor. Sanırım önceden en rahat tahmin edebileceğim bu olurdu. Sadece Yankees'le aralarında 7 sıralık bir fark olacağını beklemezdim.

Şöyle genel olarak baktığımda olmamış diyesim geliyor da insanlar bunlardan bahsetmiş işte. Nasıl diyeceksin?

Not: Sporcular, kişiler kategorisi altında sıralanmış.



Çarşamba günü oynanacak Fenerbahçe - Altay, Ziraat Türkiye Kupası maçına, Avea sponsorluğunda iki adet Türk Telekom tribünü bileti veriyoruz. Saat 20:00'de sorulacak soruya, doğru cevap veren ilk iki kişi biletlerin sahibi olacak. 20:00'de görüşmek üzere...

Saat 20:00 oldu. Sorumuzu soralım.

Fenerbahçe ve Altay'ın Türkiye Kupası Finali'nde ilk karşılaşmaları hangi sezonda gerçekleşmiştir? Maçlar kaç kaç bitmiştir?

Biletleri mert ve Zoma kazanmıştır. Kendilerini tebrik ediyoruz. İsimlerini ve iletişim bilgilerini yorum olarak yazarlarsa, kendilerine ulaşacağız.

Zoma, biletini kullanamayacığını belirterek hakkını devretti. Onun yerine bileti kazanan kişi Djemba Djemba. Onun da iletişim bilgilerini göndermesini rica ediyoruz.

20 Aralık 2009



Aslında çok kolaydır Real Madrid'i sevmek. Sevinmek garantidir çünkü. En kötü iki senede bir, takımın tatmin edici bir başarı elde edeceğini bilirsiniz. Majör ligler arasında en fazla sayıda şampiyonluk yaşamış; Milan'la birlikte en çok Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna sahip takımdan bahsediyoruz sonuçta.

En iyi futbolcuların oynadığı, hatta oynamak için can attığı bir yıldızlar kulübüdür Real Madrid. Dönemin efsanelerinden en az 2-3 tanesi mutlaka giyecektir o formayı ve peşi sıra zaferler yaşayacaklardır.

Peki sevmeyen neden sevmez? Real Madrid paranın ve gücün, futbol sahasına en bariz yansımış halidir. Tabii ki, başta İngiltere'de olmak üzere Madrid benzeri bir çok kulüp var. Ancak, Real Madrid'in diğerlerinden farklı bir havası var. Amerikan gençlik filmlerinde ev partisinin sahibi ukala ve şımarık çocuklar olur ya. Popüler olmayanları ezerler, partiye almazlar, alsalar da geldiklerine pişman ederler hani.

Dün akşam 6-0'lık Zaragoza maçında aynı bu manzara canlandı gözümde. Hani rakip o kadar salar ki, maç güle oynaya 10'a gider anlarım ama 7. golü atmak için o kadar zorlamak, gözlerden fışkıran hırs, koyduk mu tripleri, sarı kartlık fauller, gol kaçırınca dövünmeler, ahlar vahlar nedir?

Maç zaten 70'de 6-0 olmuş. Oyunu biraz rölantiye almak, hem kendini dinlendirip, hem de rakibe biraz saygı göstermek daha makul bir davranış olmaz mı? Söz konusu Real Madrid olunca olmuyor işte. Hazır yakalamışken yaslayalıma dönüyor olay.

Maalesef şan, şöhret ve paranın her şeyin önüne geçtiği bir ortamda bunlar çok normal. Bugün bu kadro, 10 sene sonra başkaları ama mantalite hep aynı olacak. O, 7. gol hep aranacak. Çünkü onlar Real. Her şeyin en fazlasına onlar sahip olmalı. Tabii ki en çok golü de onlar atmalı.

İşte Real Madrid'i sevimsiz yapan bu ukalalık. Yoksa, işte efendim onlar kralın takımı. Barcelona'ya çok fenalık yapmışlar zamanında gibi basit ve saçma bir sebepten ibaret değil durum. Duruş meselesi. Sevene, neden diyemem ama ben sevemiyorum arkadaş. Zidane oynadı sevemedim. Cristiano oynarken hiç sevemem.

19 Aralık 2009



Ankaragücü - Sivasspor..............Üst
Blackburn - Tottenham...............Üst
Sevilla - Getafe.........................Üst
St. Etienne - Marsilya...................2
Napoli - Chievo............................1
Hamburg - Werder Bremen...........Üst

Oran: 20.69

Kartalspor - Giresunspor................2
Rennes - PSG..............................2
Fiorentina - Milan.........................1 (Ertelendi)
Trabzonspor - Fenerbahçe.............2
Benfica - Porto............................1

Oran: 98.18

18 Aralık 2009



Şu eşleşmeleri görünce insan ister istemez hani seri, hani başı diye soruyor tabii. Hele ki Fenerbahçe için tam da eh Lille fena değil demek üzereyken, ortaya çıkan muhtemel Liverpool eşleşmesi alın o zaman tadında oldu.

Atletico Madrid eşleşmesinde çok kan dökülecek. Kılıcı daha çok saplayan turu geçer. Takımların şu anki hallerine bakınca, bol bol gol izleyeceğimiz iki maç öngörmek mantıklı geliyor. Hele Servet-Gökhan ikilisini Forlan ve Aguero'nun karşısında düşününce kötü oluyorum; içim daralıyor.

Tek avantaj turun anahtarının da çilingirinin de belli olması. Çözmesi çok zor bir denklem yok ortada. Galatasaray yememek için değil, yediğinden fazlasını atmak için sahada olmalı. Turun anahtarı bu. Anahtarı elinde tutan kişi de Frank Rijkaard. Büyük maçlarda sadece büyük oyuncular değil, büyük hocalar da ortaya çıkar. Bu turu geçerse ne Elano, ne Kewell, ne de Keita, ancak Rijkaard geçer. Haddinden fazla açılan bazı ağızları kapatmak için de iyi bir fırsat.

Fenerbahçe ise vizesi kolay ama finalinden geçmenin çok zor olduğu bir hocanın dersini aldı. Üstelik bütünleme de yok. Kaldın mı okul bir sene uzuyor. Şu an için Liverpool maçını akıllardan çıkarmak, yapılacak en mantıklı iş. Son anda Hertha Berlin'i çekememek büyük şanssızlık ama Lille de Fenerbahçe'nin dişine göre bir rakip. Maçlara daha iki ay olması sevindirici. Ara transferi çok iyi değerlendirmeli Fenerbahçe. Önemli olan lig, yalanı bitti artık. Takım, lider olarak son 32'ye kaldı. Daha da ileri götürmek lazım. Bir an önce 3-4 sene önceki transfer politikasına geri dönüp, adam gibi futbolcular katılmalı kadroya. Anfield'da Guiza'nın ağlak bakışlarını izlemeye kimse katlanamaz bu saatten sonra.

Genel kanının aksine Liverpool'un ligden kopmasının onlar için bir avantaj olduğuna katılmıyorum. Geçmiş senelerde Avrupa'da coşan Liverpool ligde şansının olmadığını baştan bilerek saldırıyordu bu maçlara. Oysa şimdi ligi de isteyen ama sürekli tokat yemekten çöken bir Liverpool'la karşı karşıyayız. Moral ve motivasyon olarak dibe vurmuş bir takım ve akşamları evde odasına kapanıp hüngür hüngür ağladığını düşündüğüm ve de umduğum bir Benitez'den söz ediyoruz. Her dibe vuran zıplayacak diye bir şey de yok sonuçta. Fenerbahçe Liverpool'un isminden çok, aşırı derece de korkmaya gerek olmayan kadrosuna odaklanırsa her şey daha kolay olacaktır.

Özetlersek kuralar zor mu? Evet zor ama ikinci torbada bu kadar çok, güçlü ekip varken böyle olacağı belliydi. Sonuçta son 16'ya kalma mücadelesi. Artık rakip seçme gibi bir lüks yok. Ben iki takımımıza da inanıyorum. Aradaki iki aylık süre boşa geçirilmezse Şubat ve Mart ayları zaferlere gebe olabilir.



Fenerbahçe'nin, liderliği bir maç önceden garantilemesi yüzünden, prestij mücadelesi bile sayılamayacak bu maçta, beklediğimden fazlasını buldum. Galatasaray'ın dün oynadığı benzer statüdeki maçtan sonra beklentiler düşmüştü tabii ama Fenerbahçe top oynamaya çıkmıştı bu akşam.

Bireysel olarak çok üstün performanslar izleyemedik ama takım koordinasyonu başarılıydı. Hücumda ve savunmada bloklar birbirinden hemen hemen hiç kopmadı. İleri-geri ve sağa-sola kaymalarda, birlikte hareket ederek mesafeyi hep korudular. Bu sayede hem Sheriff'e top atabilecek geniş alanlar bırakılmadı, hem de topu ayağına alan her Fenerli kafasını kaldırdığında pas atabilecek en az iki boş adam buldu.

İlk düdükle beraber Fenerbahçe ağırlığını hissettirdi. Bir iki ısınma pozisyonundan sonra 15'te Semih'in güzel pasında Uğur Boral, Daum'a vururmuş gibi vurdu ve Sheriff'in hayallerini suya düşürdü. Bu dakikadan sonra maçta çok da ilginç bir şey olmayacağı az çok tahmin edilebilirdi. Bu yüzden top yerine tek tek oyuncuları seyretmeyi tercih ettim.

Az sayıdaki, pozisyondan ziyade girişim denebilecek Sheriff organizasyonlarında bile güven vermeyen Volkan Babacan'dan, geçmeyeceğini bile bile pas atan Deniz Barış'tan, golden sonra bir anda ortadan kaybolan Uğur'dan veya Gökhan Gönül sakatlanmadığı sürece o formayı bir daha rüyasında bile zor görecek Bekir'den bahsetmeyeceğim tabii ki.

Bu akşam hakkında bir şeyler yazmaya değecek bireysel performans gösteren tek oyuncu Özer'di. Bu sezon Özeri'i ilk defa çıplak gözle izleme fırsatı yakaladım ve sezon başından beri her gün izleyen Daum'un ona nasıl forma vermediğini hala anlayabilmiş değilim. Maça sağda başlasa da bir daha bu bölgeye sadece pozisyon icabı döndü. Tamamen serbest, topa yakın ve istekli oynadı. Orta sahadaki pas trafiğinde hep olumlu hamleler yaptı. Ya atakları başlattı, ya da takımı rahatlattı. Onun olduğu ilk yarıyla, olmadığı ikinci yarıyı karşılaştırınca zaten daha bir şey söylemeye gerek kalmıyor.

Maçın başında beklediğim bitse de gitsek havası ikinci yarıda ortaya çıktı. İki kişi fazla oynasa bile gol atamayacak intibası veren Sheriff'le, kendimizi sıkıp bir tane daha atsak ne olacak ki düşüncesindeki Fenerbahçe 45 dakika boyunca öylesine top tepti. Sanki herkes Roberto Carlos'un girişini beklemeye başlamıştı.

Dakikalar 87'yi gösterdiğinde, Roberto Carlos son kez Saraçoğlu çimlerine ayak bastı. Daha ısınırken başlayan sevgi gösterileri, değişiklik tabelasının kalkmasıyla doruğa ulaştı. Maç bitene kadar, hatta bittikten sonra da dakikalarca sadece Carlos'a bağırıldı. Bence Fenerbahçe taraftarı oldukça güzel bir şekilde uğurladı Carlos'u. İlginç bir ayrıntı ise oyuna girdikten sonra forvete geçmesiydi. Belli ki o da bir golle veda edip geceyi unutulmaz yapmak istedi ama süre yetmedi. Gerçi zaten onun Türkiye'de üç seneye yakın top oynamış olması yeterince unutulmaz bence. Umarım bir gün bu topraklardan Roberto Carlos'un geçmesinin ne demek olduğunun farkına varırız.

Sonuç olarak Avrupa Ligi gruplarını tamamlamış bulunuyoruz. İki takımımız da grup lideri olarak son 32'ye kaldı. Senelerdir görmeyi beklediğimiz bir tablo. Hem Fenerbahçe'ye hem de Galatasaray'a kurada bol şans, maçlarında başarılar diliyorum. Bizi gururlandırmaları dileğiyle...

16 Aralık 2009



Yer Mithatpaşa Stadı. Tarih 19 Şubat 1956. Son 48 maçında, sadece Almanya'ya, favori olduğu Dünya Kupası finalinde sürpriz bir yenilgi alan dönemin tartışmasız bir numarası Puskas'lı Macaristan Milli Takımı'na karşıyız. Aslında 5 Şubat'ta oynanması planlanan maç İstanbul'daki anormal hava koşulları sebebiyle ertelenir ve Macarlar İzmir'e geçer. Burada İzmir karmasıyla yaptıkları iki maçı 8-1 ve 11-0 kazanırlar. Ardından birer maç da Ankara ve İstanbul karmalarıyla yaparlar ve beklenen gün gelir. Mithatpaşa Stadı eklenen portatif tribünlerin de katkısıyla ana baba günüdür. Maçı tam 28241 kişi izler. Kadrolar ise şu şekildedir:

Türkiye: Turgay Şeren, Ali Beratlıgil, Ahmet Berman, Mustafa Ertan (75 Saim Tayşengil), Naci Erdem, Nusret Ülük, İsfendiyar Açıksöz, Coşkun Özarı, Metin Oktay, Kadri Aytaç, Lefter

Macaristan: Farago, Buzansky, Lantos, Szojka, Bozsik, Kotasz, Toth (46 Csordas), Machos, Tichy (31 Hidegkuti), Puskas, Czibor

Artık Macarlar'ın 14 günde 5. maçlarına çıkmasından mıdır; yoksa aşırı motivasyondan kaynaklı üstün bir futbol sergilememizden midir bilinmez, o efsane takımı 3-1 yeneriz. Bizim gollerimizi Lefter(2) ve Metin Oktay atarken, Macaristan tek golünü Puskas ile bulur. Dünya basınında da geniş yankı uyandıran bu galibiyet uzun yıllar tarihimizdeki en büyük başarı olarak anılır.

Maçın özetini de buradan izleyebilirsiniz.

15 Aralık 2009



Marca.com'da son 24 saatin en çok okunan haberi kimle ilgilidir sizce? Roberto Carlos! Haberin linki bu. Carlos'un Real Madrid çağırırsa hemen giderim açıklamasıyla ilgili.

Görünen o ki Roberto Carlos'un Madrid'e geri dönme ihtimali, hala önemli sayıda insanı heyecanlandırıyor. Peki biz ne yapıyoruz? Utanmasak adamın arkasına teneke bağlayacağız. Bundan 20 sene sonra bile sol bek dendiği zaman akla gelecek ilk isim Roberto Carlos gideceği için seviniyoruz.

Şu adamın oynadığı futbolun zerre önemli olmadığını, şu topraklarda geçirdiği her saniyenin Fenerbahçe için ne kadar büyük bir kazanç olduğunu bir türlü anlayamadık. Nasıl olsa herkes biliyor değil mi bizi? Hesapta Avrupa'nın en büyük 6. ligiyiz ya, hiç ihtiyacımız yok böyle reklamlara. Ne diyeyim ki? Alex mi Hagi mi diye tartışmaya devam edelim biz. Bize o yakışır...


Uzun süredir genel Bank Asya 1. Lig değerlendirmelerini boşlamıştım. Devre arası detaylı bir analiz düşünüyorum. Bu hafta ısınma yapalım.


16. hafta belki de şimdiye kadar en flaş skorların alındığı hafta oldu. Teknik direktör değişikliğinin ardından, Mersin'i dörtleyen Rizespor, bu hafta duman oldu. Bucaspor deplasmanında yarım düzine gol yediler. Rizespor'un geçen sezonuyla bu sezonu arasında sanki karbon kağıdı var. Harcanan büyük paralar, şöhretli futbolcular ama bir türlü gelmeyen başarı. O stada yazık.

Bucaspor ise 7 hafta sonra ilk kez iki maç üst üste puan aldı. Hem de maddi sıkıntıların iyice ayyuka çıktığı bir dönemde. Kral'ın 3 gol attığı maçta, hafta içi NTV Spor'un 1. Lig programında görücüye çıkan Mehmet Batdal 0 çekti. Eminim Bucaspor yöneticileri sırf bu yüzden galibiyete sevinememiştir. O üç golü atan Mehmet Batdal olsaydı, devre arasında almayı bekledikleri tekliflerde önemli artışlar olabilirdi.

Haftanın bir diğer flaş skoruna sahne olan Hacettepe - Karşıyaka maçından bir önceki postta bahsettim. O yüzden geçiyorum.


Ve Konyaspor liderliği kaptırdı. Giresunspor evinde lideri, 3-2 yenerek 3. sıraya indirdi. Aslında tahmin edilebilir bir skordu. Konyaspor son haftalarda zorlanmaya başlamıştı. Esas ilginç olan ise maç sonrası. Lideri yenmesine rağmen Giresunspor'da gündemin birinci maddesi hakem Taner Gizlenci. Giresunspor'un 5 oyuncusu sarı, 2 oyuncusu kırmızı kart gördü. Bu sebeple hakeme büyük tepki var. Başkan Olgun Peker de yine dilinin kemiğinin olmadığı göstermiş:

“Allah göstermesin Konyaspor maçında puan kaybı yaşasaydık bir insanın canına bir şey olabilirdi. Çünkü taraftarlarımız artık doldu. Sezon başından bu yana sürekli hakem hatalarına maruz kalıyoruz. Kimse kimsenin emeğine tecavüz etmesin. Bunun hesabını kimse veremez”.
Uzun zamandır bu kadar provakatif bir açıklama duymamıştım. Daha 3. haftada taraftarı sahaya girmiş bir takımın başkanının, nasıl böyle bir açıklama yapabildiğini anlayamıyorum.

Değinmeden geçilmemesi gereken bir konu da Eser Yağmur inadı. Geçen sezon Karşıyaka'da kabus gibi bir sezon geçirmişti. Bu sezona iki maçta iki golle başlayınca acaba demiştim ama ardından gelen 11 haftada sadece 1 gol atabildi. Mehmet Şen varken, Eser'de böylesine ısrar edilmesi çok anlamsız bence. Bu süreçte iki gol attığı maçtan sonra bile yedek kaldı Mehmet Şen. Hüsnü Özkara bu yanlıştan bir an önce dönerse takımı maçları tekrardan rahat kazanmaya başlar.


Kocaelispor, aylardır süren buhrandan çıkıyor. Yeni başkan Muammer Çelik, daha seçilmeden ödemelere başlamıştı. Lisans sorununu da çözecek gibi görünüyor. 2. devre çok farklı bir Kocaelispor izleyebiliriz. Hatta düşme adaylarınızdan direkt silin bence.

Mersin cephesinde ise durum tam tersi. Son beş haftada 4 mağlubiyet ve yenilen 14 gol... Teknik direktör Serhat Güller, Boluspor'dan ayrıldığında arkasından bir tek davul çalınmadığı kalmıştı. Daha ilk yarı bitmeden Mersin'de de aynı pozisyona düşmüş. Bence sorun hocalığından çok oyuncu seçimlerinde. Serkan İrdem'le bu iş olmaz ki. Önümüzdeki hafta Hacettepe'ye de yenilirlerse, Mersin ikinci yarıya yeni hocayla başlar.


13. haftanın ardından Scugnizzi, Kartalspor için sezon sonuna kadar liderliği kovalayabilir yazdığında, liderin yanına bile yaklaşamazlar demiştim. Takip eden 3 haftada 3 mağlubiyet aldı Kartalspor. Sonuncusu bu hafta, son 8 haftada sadece 3 puan alan Samsunspor'a karşıydı. Maalesef Scugnizzi'de hata yok. Onun yerinde kim olsa o sırada benzer bir yorum yapardı ama işin arka yüzü çok başka. En az 20 yıllık bir gelenek var ortada. Anahtar kelime Bochum. Anlayan anlar.

Yeni lider Kardemir Karabükspor. Haftalardır inatla takipteydiler. Bu hafta Konya kaybedince, Boluspor'la berabere kalmalarına rağmen ilk sırayı kaptılar. Öte yandan Altay da favori olduğu Dardanelspor maçını kazanarak Konya'yı altına alan bir diğer takım oldu. Özellikle bu ikisi ve diğer takımlar hakkında önümüzdeki haftadan sonra detaylı yazacağım. Bu haftalık bu kadar...

14 Aralık 2009



Geçen seneki  play off hüsranından beri deplasmanlara ara vermiştim. Ankara'da kapanan sezonu açmak yine Ankara'ya denk geldi. Eskiden, bir kaç güzel anı hatırına, Ankara'yı sevmek için zorlardım kendimi ama artık tamamen koyverdim. Nefret ediyorum bu şehirden. Nesi meşhur sorusunun cevabı, ayazı olan, başka hiçbir özelliği olmayan bir şehir nasıl sevilebilir ki?

Cebeci Stadı'na ilk kez gittim. Tam bir beton yığını. İzmir Atatürk'ün daha ufağı ve daha şekilsizi. Stadın ancak 30'da birini kapatabilen çatı ve üç sıradan oluşan kale arkaları görülmeye değer. Türkiye'nin en çirkin stadları arasına yazdım bile.

Maça gelirsek, beş haftadır mağlup olan, bugüne kadar sadece 12 gol atabilen, küme düşmenin en büyük adaylarından Hacettepe, 1-0 geriye düştüğü maçta tam dört tane salladı Karşıyaka'ya. Trajik...

Dört haftadır üst üste gelen galibiyetlere rağmen, maçların son yarım saatinde takımın sürekli oyundan düşmesi böylesi bir mağlubiyetin habercisiydi aslında.

Bataklık kıvamındaki sahanın da etkisiyle takım bu sefer ancak 30 dakika oyunda kalabildi. 30'dan sonra Hacettepe sanki 3 kişi fazla oynamaya başladı. Nereye baksam pır pır koşan mor formalar görüyordum.

Zemin, güzel bahane oldu ama kimse yemiyor tabii bunları. Takımın neden koşamadığı artık sır değil. Malum Karşıyaka ufak yer. Gece dörtlere kadar, o mekan senin bu mekan benim gezen, ellerinden alkol ve sigara düşmeyen, yakın zamanda Rusça'yı sökecek futbolcuların isimleri kulaktan kulağa dolaşmaya başladı.

Yıllardır Karşıyaka'nın görünmeyen sorunlarından birisidir bu: Anadolu'dan gelen futbolcuların İzmir'de gece hayatına kapılması. Yalnız bu sefer gemi azıya aldılar. Yönetim de basiretsiz olduğundan bir türlü el koyamıyor olaya.

Hazır devre arası gelmişken, futbol oynamaya niyeti olmayanlarla hemen yolların ayırılması lazım. Bu sayede maaş yükünü azaltıp, artık iyice ortaya çıkan sağ ve sol bek ihtiyacı da giderilirse harika olur.

Bu takımın şu haliyle Süper Lig'e falan çıkamayacağı çok açık. Takımın omurgası sağlam ama kimyası bozuk. İlk neşter Reha Kapsal'a vurulmuştu. Doğru bir hamleydi ama yeterli olmadı. İkinci ve futbolculara yönelik bir operasyon daha bekliyoruz.

Eğer devre arasında çok değil, bir iki akıllı hamle yapılırsa bu takım şaha kalkar ama geçen seneki gibi geçiştirilirse, en iyi ihtimalle bir play off daha kaybederiz.

11 Aralık 2009



Hiç uzatmadan direk sorayım. Dün geceki Milwaukee - Toronto maçı neden yayınlanmadı? Indiana - Portland maçı daha mı ilgi çekiciydi? Akıllara hemen klasik cevap gelecektir: ya ama yayın akışını NBA TV belirliyor. Biz karışamıyoruz.

Peki Ntv ve Ntvspor ne işe yarıyor? Hidayet ve Mehmet'in her karşılaştığı maç, bir Ntv klasiği diye günler öncesinden reklamı yapılarak yayınlanıyor da bu sezon ikisinden de daha iyi performans gösteren, henüz 22 yaşındaki, geleceğin yıldızı Ersan neden es geçiliyor?

Şahsen, Ersan ile Hidayet'in karşılaşmasını, Memo - Hido arasındakine her türlü tercih ederim. Şu an aynı tercihi yapmayacak basketbolsever de çok azdır bence.

Kaan Kural sürekli Ersan'ı takip edin diyor da, siz maçlarını yayınlamazsanız biz nasıl takip edeceğiz sayın Kural? Nba.com'um maç istatistiklerinden mi?

Hiç hoşuma gitmiyor Ntv'yi eleştirmek. Blog'u takip edenler Ntv ailesini, kendi ailem gibi sevdiğimi bilir ama son zamanlarda sürekli eleştirmek zorunda kalıyorum. Sanki bir şeyler eskisi gibi değil artık...



Hoca orada laf anlatıyor. Bunlar neler yapıyor?



Fletcher'a da öğretse de beraber oynasalar.



Jens Lehmann, Stuttgart - Unirea Urziceni maçı esnasında, tuvalet ihtiyacını giderirken...

Top çarptı herhalde!

10 Aralık 2009



Rıdvan Dilmen, tarafsız yorumculuk tarzı, başarılı bahis tahminleri ve de tabii ki gol olur fenomeniyle kısa sürede her takımın taraftarının beğenisini kazandı. Zamanla futbolumuzun en önemli otoritelerinden biri haline geldi.

Öyle ki, insanlar neredeyse, maçlarda son düdük çaldığı anda Lig TV'yi kapatıp, Rıdvan Dilmen'li %100 Futbol programını açmaya başladı. Bakalım Rıdvan ne deyecek acaba diye sabit bir merak yerleşti.

Ne var ki hoca, son zamanlarda kontrolünü kaybetmeye başladı. İyiden iyiye bir sinir hali yerleşti üzerine. Özellikle Fenerbahçe'nin kaybettiği maçlardan sonra resmen burnundan solumaya, rakipleri hakkında da eskisi gibi tarafsız kalamamaya başladı. Özellikle Rijkaard için söyledikleri çok puan kaybettirdi Rıdvan Dilmen'e.

Son zamanlarda, gerek bloglarda, gerek sözlükte hakkında yazılanlara bakıyorum da, hiç iç açıcı yorumlar yok. O yoğun sempati, nötrleşmeye fırsat bulamadan, antipatiye dönüşmüş. Salı akşamı Beşiktaşlılar kahrolurken canlı yayında yaptığı yersiz espriler ve ciddiyetsiz tavrı da her şeyin üzerine tuz biber ekmiş oldu.

Bana kalırsa, Dilmen'in biraz gözlerden uzaklaşma vakti geldi. Anlıyorum, teknik direktörlük yerine böyle stressiz bir şekilde kat kat fazlasını kazanmak daha tercih edilesi bir seçenek ama asıl mesleğine verdiği ara altı seneye çıktı.

Bence hiç de başarısız olmadığı teknik direktörlüğe dönme vakti artık gelmiştir. Maç atmosferinden bu kadar uzak kalmaktan hala sıkılmadı mı acaba? Kemer Country veteran maçlarıyla nereye kadar? 'Şampiyon yap bizi, cehennemde yak bizi' tezahüratlarını özlemedin mi hoca?

9 Aralık 2009



Stiglitz daha önce hazırlamıştı bundan bir tane. UEFA'nın başlattığı oylama ile ben de kendi 11'imi seçtim. 7 isimde ve teknik direktörde aynı seçimleri yapmışız. Geri kalan 4 bölge için onun yedek olarak seçtiklerine bile yer vermemem ilginç. Acaba iki takım karşılaşsa hangisi kazanır?

Bu arada oy vermek isteyenler buradan yapabilir.



Eskiden, baya ağır nefret ederdim Aziz Yıldırım'dan. Antipatikliğin kitabının her gün ayrı bir sayfasını yazdığı zamanlardı. Ancak zamanla sempatimi kazanmaya başladı. Zira severim zeki adamı. Fenerbahçe'nin kulüp olarak son yıllarda gösterdiği gelişimde de aslan payının onun zekasına ait olduğu inkar edilemez. Aynı zamanda bu süreçte Aziz Yıldırım eskiye oranla televizyonlara daha az çıkmaya, sağa sola sallama işlerini azaltmaya başlamıştı.

Gel gelelim hafta sonundan beri makara başa sarmaya başladı. Yıldırım, rahat rahat federasyona ve hakemlere sallayabilmek için Kulüpler Birliği Başkanlığı görevinden istifa etti. Maksat Kulüpler Birliği Başkanı nasıl böyle konuşur dedirtmemek. Ardından da açtı ağzını, yumdu gözünü.

Bugün ise istifasını geri çekti. Peki ne anladık o zaman biz bu işten? Çocuk mu kandırıyorsun başkan? Ben de şimdi iki günlüğüne insanlıktan çıkıp, buradan sana döşensem, küfürün, hakaretin binini bir para yapsam, sonra da tamam, döndüm insanlığa, bir daha yapmayacağım desem olur mu? Olmaz... Seninki de olmaz ama huylu huyundan vazgeçmiyor işte. Bu istifa senaryolarını ilk defa izlemiyoruz maalesef. Alıştık artık Aziz Yıldırım'ın istifa sonrası geri viteslerine. Bundan öncekiler camiasını bağlar ama bu sefer tüm futbol kamuoyu salak yerine konuluyor. Şöyle bir dur bakalım demek lazım.



Kuzey Kore'nin devlet başkanı(diktatörü) Kim Jong Il, ülkesinin 44 yıl sonra ilk kez katılacağı Dünya Kupası maçlarının yayınını yasaklamış. Ancak Kuzey Kore sürpriz bir galibiyet alırsa, o maçın özeti yayınlanacak. Bu özet de Kuzey Kore'yi bariz bir şekilde daha iyi gösterecek şekilde sunulacak. Mesela sadece bir pozisyona girip 1-0 kazanırlarsa, özet sadece o pozisyondan oluşacak. Ayrıca staddaki reklamlar ve rakip takım taraftarları da sansürlenecek.

66' İngiltere'de İtalya'yı bir sıfır yenip çeyrek finale çıkarak büyük bir sürprize imza atmışlar ama bu sefer Brezilya, Fildişi Sahili ve Portekiz'in olduğu grupta gol bile atabilecekleri şüpheli. Olur da atabilirlerse ve buna rağmen yenilirlerse, haberlerde maçın sonucu söylenmeden, bugün yüce ulusumuz Portekiz'e bir gol attı mı denecek acaba? Akla ister istemez Orwell'in 1984'ü geliyor. 21. yüzyılda hala bu tarz haberler görmek gerçekten olacak iş değil. Akıl fikir...



2010 Dünya Kupası resmi müsabaka topu Jabulani'nin üretim videosu...

8 Aralık 2009

Hafta sonu oynanan Galatasaray - İstanbul B.B. maçının ardından Mustafa Sarp'ın yaptığı saçma açıklamaları ve aşırı kontrolsüz sinirlenmesi sonucu formasını yırtması en çok konuşulan konu oldu. Fanatik Galatasaraylılar bu hareketlerin ve açıklamaların çok doğru olduğunu savunsalar da, bence fanatizmden kör olan gözler yüzünden olaya objektif bakamıyorlar.

İlk olarak Sarp'ın maç sonu gelen golden sonra hakeme yağdırdığı küfürlerden bahsetmek lazım. Sen saha içinde görevini tam yapamıyorsun. Takımın görevini tam yapamıyor. Son dakikada gelen gole engel olamıyorsun. Ondan sonra kalkıyorsun, bunun suçlusu hakem diyorsun ve hakeme yağıyorsun. Hakemde ne yapsın? Bakıyor ki senin arkanda seyirci var. Ondan almışsın cesareti. Ortalık daha fazla karışmasın diye seni atamıyor oyundan. Ama sen yine de hızını alamıyorsun maç sonunda da hakemlere kendinizden utanın falan diyorsun.

Bence sen kendinden utan Mustafa Sarp. Zaten utanıyorum da dedin. Sen de kendini iyi tanımışsın belli ki bunu dediğine göre. Neymiş efendim? Mücadele etmek istiyormuş ama hakemler izin vermiyormuş. İngiltere liginde hakemler buna izin veriyormuş. Burada neden olmuyormuş? Burada neden olmadığını işine gelmediği için anlamıyorsundur. Senin takım arkadaşların ve sen her aldığın darbede yerde kalacaksın, hakemi yanına almaya çalışacaksın (bunu 3 büyük takımın futbolcuları için de söylüyorum), senin lehine verdiği kararların hepsi haklı olacak ama alehine verdiğinde formanı yırtacaksın. Sonra da neden böyle oluyor anlamayacaksın.

İngiltere ligini örnek veriyor bu arkadaş ama işine geldiği gibi tabii. Maçlardan sonra yenilgiyi ya da beraberliği hazmedemeyip de futbolcular hakeme saldırıyor mu İngiltere'de? Ya da çıkıp hakem yüzünden kaybettik gibi bahaneler buluyorlar mı? Yanlış karar verdi diye hakeme küfür yağdırıyorlar mı? Bu soruları kendine sormadan, cevaplarını vermeden, hakem şöyle yaptı böyle yaptı diyerek, hakemi seyircinin önüne atıp kendi ayıbını kapatmaya çalışmak, bizim futbolcularımızı İngiltere ligindekilerden ayıran farkları ama onlar bunları görmezden gelmeye alışmış.

Hakem Hüseyin Göçek, 1-2 önemsiz hatanın dışında GS'nin beraberliğine sebep olacak bir hata da yapmamasına rağmen bunları yaşamak zorunda kalıyor ama biz bu senaryolara alışığız Galatasaray'dan, Fenerbahçe'den, Beşiktaş'tan. Bu takımlar yenilir ya da berabere kalırsa ilk suçlu her zaman hakem olur. Hiç dönüp takımın yaptığı hatalara bakmazlar. Seyirciyi biz karşımıza almayalım, hakeme yıkalım ihaleyi mantığı bu. Mustafa da bu yolun yolcusu olduğunu belli etti.

Kısacası Türkiye'de işinin hakkını vermeyen diğerleri gibi Mustafa Sarp da aynı şeyi yapıp kendisine bakmadan başkasına saldırdı. Bunu yapana kadar çıksın sahaya topunu oynasın. Maçtan sonra kaybetmeyi hazmedip rakip takım oyuncusunun elini sıksın, tebrik etsin. Hakemin elini sıkıp soyunma odasına gitsin. Yalandan, taraftara şirin gözükmek için bu şovlara bulaşmasın. Yoksa onun da sonu diğer şovmenler gibi olur. Seyircisi bir arkasında olur, iki olur, üçüncüde küfürü kendisi yer. Örnek mi? Hasan Şaş...

7 Aralık 2009

Özellikle son iki sezonda, ilginç bir şehir efsanesi doğdu. Bank Asya 1. Lig, Turkcell Süper Lig'den daha kaliteliymiş. Şu lafı söyleyenler bir sezonda, kaç tane 1. Lig maçı izliyor gerçekten çok merak ediyorum. Belli ki önemi yüksek bir kaç maç veya belki de hiç. Eğer 1. Lig'i ciddi ciddi takip edip, hala bu iddianın arkasında duran varsa, onun da kalite anlayışından şüphe ederim.

Baktığımız zaman; futbolcular 2. sınıf, teknik direktörler 2. sınıf, hakemler 2. sınıf, stadlar 5. sınıf, yöneticiler 10. sınıf. Sahadaki en pahalı oyuncunun senede 500.000TL kazandığı, patates tarlasına dönmüş eğri büğrü stadlarda oynanan, 1000-2000 biletli seyircinin izlediği, okul turnuvası emanet edilmeyecek hakemlerin yönettiği, takımların başında hiç Süper Lig görmemiş birer teknik direktörün olduğu ve kimi zaman ticari, kimi zaman da siyasi propagandalarını yapmaktan başka hiçbir motivasyonu olmayan başkanlara sahip takımların maçlarından, nasıl oluyor da kaliteli bir lig ortaya çıkıyor? Tabii ki algıda seçicilik sayesinde.

Üç İstanbul takımı ilk üç sıranın dışında kaldığında ve hatta herhangi bir anadolu kulübüne puan kaybettiğinde bile, ortalığı ayağa kaldıranların, bu ne kalitesiz bir ligdir diyenlerin, nedense 1. Lig'de herkesin herkesi yenebilmesi, sürekli sıralamaların değişmesi, 5-6 takımın şampiyonluğa oynaması pek hoşlarına gidiyor. Yani kendi takımları puan kaybedince tu kaka, başkası kaybederse ala.

1. Lig'de, Süper Lig'den fazla olan tek bir şey var: rekabet. Ancak, maalesef kalitesizlikten kaynaklı bir rekabet. Bu, sözde kaliteli ligde, en kaliteli takım değil, kalitesizliği minimuma indiren takım şampiyon oluyor. Bunu başarabilen takım sayısı da bir sezonda ikiyi üçü geçmediğinden, herkesin herkesi yenebildiği bir lig çıkıyor ortaya. Bir bakıyorsunuz 10. sıradaki bir takım iki hafta içinde ilk altıya giriyor. Sonra üç hafta kazanamıyor ama rakipleri de kazanamıyor ve hala ilk altı içinde kalıyor. Sonra bir daha bir galibiyet serisi... Bu sefer aynı takımı ilk ikiye yaklaşırken görüyoruz. Sezon sonunda ise 14. sırada. Yani istikrarsızlık, bilinmezlik had safhada. Kaliteden söz etmek ise gerçekten güç.



Maçların D Spor'dan yayınlandığını da unutmamak lazım! Bu da kalitesizliği katlayan bir faktör. Yani aslında, şu haliyle 1. Lig'de oynanan maçları izlemek gerçekten insanın içini sıkan bir aktivite ama bu ligden bir takımın taraftarı olmak biraz farklı. 34 hafta boyunca ne yapacağını kestiremediğiniz bir takımı tutuyorsunuz. Şampiyonluk hedefiyle yola çıkıp küme de düşebilirsiniz. Ligde kalmayı hedefleyip Süper Lig'e de çıkabilirsiniz. Zaten sezon başında en az on takım şampiyonluk hedefi koyar. Tam bir heyecan fırtınası. Tabii sağlam bir kalbiniz olması şart. Zira böylesi bir strese dayanmak kolay iş değil.

Demem odur ki, bir takımın taraftarı değilseniz, alt liglere özel bir merakınız yoksa, 2. lig golcüleri tarzı geyikler yapmayı sevmiyorsanız ya da eskilerin muhabbetlerini dinlemek için açık tribüne girenlerden değilseniz hiç bulaşmayın; keyif almazsınız. Şu yazıyı okuduktan sonra da biri gelip, ya aslında 1. Lig daha kaliteli, orada acayip top oynanıyor derse, benim için şöyle bir bıyık altından gülersiniz.

4 Aralık 2009



Sonunda, Türkiye'den iki takımın Avrupa'da oynadığı grup maçlarını lider bitirmeyi, hem de henüz birer maçları daha varken garantilediğini de gördük. Fenerbahçe'nin kazanması, Twente'yi arkasında bırakması ülke puanı sıralamasında rakibimiz olan Hollanda'yla girdiğimiz yarış açısından önemliydi. Galatasaray'ın kazanması ülke puanı açısından da önemliydi ama bu galibiyetin bir Yunan takımına karşı alınanmasının da ayrı bir keyifli yanı vardı. İki takımın da, yaşadıkları bu sıkıntılı dönemde aldıkları galibiyetler, hem camialarının hem de taraftarlarının biraz olsun moralini düzeltecektir. Eğer Beşiktaş da haftaya ufak çaplı bir mucize gerçekleştirip Avrupa Ligi'ne kalırsa son 32'de 3 takımımız olmuş olacak. Bu da Türkiye için bir ilk demek. Son 32'yi başarı kabul edersek kendimizi kandırmış oluruz, fakat son 8'e 2, ya da son dörde 1 takım sokarsak başarılı olmuşuzdur bence. Takımlarımız en iyi performanslarını gösteririp, ilk dörtten de iyisini yaparlar demek istiyorum ama böyle güçlü rakiplerin olduğu Avrupa kulvarında hedeflerin abartılı konması sonucu yaşanan hüsranlar bu kadar tazeyken, insan rasyonel olmak zorunda kalıyor. Sezonun geri kalanının mucizevi denecek kadar irrasyonel geçmesi dileğiyle...

3 Aralık 2009



Şu adama bakıyorum. Televizyondaki hal ve tavırlarını gözlüyorum. Sonra da meslek olarak buna ne gider diye düşünüyorum. Olsa olsa soytarı emeklisidir diyorum. Evet, Sepp Blatter futbolun kralı değil, soytarısıdır. Zira bu kadar trajikomik hadise ancak bir soytarının önderliğinde yaşanabilir. Dünya Kupası play-off maçlarında seri başı uygulamasına karar verilmesiyle başlayan olaylar zinciri tamamen soytarılık. Ancak, son alınan karar tam bir skandal. FIFA'nın gerçek niyeti ortaya çıkmıştır bence.

Dünya Kupası'nda altı hakem yerine yine dört hakem görev yapacakmış. Babalar, altı hakem uygulamasının oyunun hızına bir katkı yapmadığını düşünüyormuş. Oysa dört hakemli sistemle, hakem hatalarının daha çok yaşandığı aşikar değil mi? Örneğin Fransa - İrlanda maçında çizgi hakemi olsaydı, o meşhur pozisyonun gole dönüşmeyeceğinde herkes hem fikir. Peki bu tarz hakem hataları kime ne fayda sağlıyor da bilerek ve isteyerek devamı sağlanıyor?

Şimdi biraz düşünelim. Fransa - İrlanda maçı sayesinde FIFA ve dolayısıyla futbol günlerdir gündemde. Eğer böyle bir hata yaşanmasaydı, bu maç oynandığından beri Dünya Kupası'yla ilgili gündem sadece grup kuralarından ibaret olacaktı. Yani hakem hataları futbolun gündemdeki payını arttırıyor. Öte yandan, maçın ardından bariz bir şekilde Fransa'dan nefret eden, kupada başarısız olmalarını dileyen bir kitle oluştu. Bu kitle, Dünya Kupası'nda Fransa maçlarını özellikle izleyecek. Bu maçlardan önce gündem tekrardan coşacak. Daha yoğun bir yayın yapılacak. Daha fazla izleyiciye ulaşılacak. Daha fazla para dönecek.

Kısacası hesap ortada. Hakem hatası demek, futbolun daha çok konuşulması ve dolayısıyla daha popüler olması demek. Bu da daha çok para demek tabii ki. Sizin anlayacağınız, Blatter'in bırakın kamera ve çipli top kullanımına, altı hakem uygulamasına bile taş koymasının altında, futbol hatalar oyunudur tarzı romantik nedenler bulunmuyor. Olay yine tamamen parayla ilgili. Endüstriyel futbol dediğimiz şey öyle elli liralık bilet fiyatlarından, taraftarın seyirciye dönüştürülmesinden ibaret değil. Futbolu endüstriyel yapan faktörler aslında böyle ayrıntılarda gizli. Daha çok para kazanmak için hatalı bir oyun oynatılıyor. Daha ne kadar endüstriyelleşebiliriz ki?



2010 Dünya Kupası'nda kullanılacak top görücüye çıktı: Adidas Jabulani. Şimdiye kadarki bütün toplardan daha yuvarlakmış. Mış...

1 Aralık 2009


Kızılyıldız 1-2 Partizan
28 Kasım 2009


Olympiakos 2-0 Panathinaikos
29 Kasım 2009




Bugün, sezonun kaybedeni kim diye sorsak, çoğunluğun işaret edeceği isim Tuncay Şanlı olur. Middlesbrough'yu şampiyonluğa taşıyıp efsane olma fırsatını teperek, Stoke City'ye imza atması bence de skandal bir karar oldu. Takımı fena gitmiyor aslında. 20 puanla 9. sıradalar ve 5. Liverpool'la aralarında sadece 3 puan var. Hedefsiz bir takım için iyi bir performans ama maalesef Tuncay'ın şimdiye kadar ki katkısı '0'. 8 lig maçında bir kere bile ilk onbire giremedi. Bırakın gol atmayı, sarı kartı bile yok daha. Hull maçında dostlar alışverişte görsün gibisinden 7 dakikalığına oyuna girip çıkması, Mirsad NBA'e ilk gittiğinde 20 saniye oynadı diye sevindiğimiz zamanları hatırlattı.

Tuncay'ın kararı tartışmasız yanlıştı. Verdiği kararın cezasını da çekiyor zaten. Ancak ondan çok daha yanlış bir karar alan ve şimdilik pek kimsenin bahsetmediği bir sporcumuz var: Hidayet Türkoğlu. Hidayet, geçtiğimiz sezon kariyerinde zirve yaptı, NBA finali oynadı. Hem de takımının en önemli isimlerinden biri olarak. Sanırım bugün dünyada onun ismini bilmeyen bir basketbolsever yoktur. Bu efsanevi sezondan sonra Hidayet de bir yol ayrımına geldi ve Sacramento günlerinde saçlarını sarıya boyadığından beri en kötü kararını verdi. Orlando, kalsın diye tarihinde ilk kez lüks vergisi ödemeyi göze aldı. Portland peşinde pervane oldu. O gitti 1 milyon Dolar için çakma NBA takımı Toronto'yu seçti. Toronto, Avrupa karması tadında, Kanada'da konuşlanmış, Amerikan ligine dahil acayip bir takım. Vince Carter'ın hatırına biraz sempatimiz var tabii ama Carter da o diyardan ayrılalı epey zaman oldu artık. Aradan geçen yıllarda git gide sevimsizleştiler.

Sezonun şimdiye kadarki kısmında Toronto 7-11, Orlando 14-4 yaptı. Hido'nun eski tayfası, durmak yola devam derken, o play-off oynar mıyız acaba hesabı yapıyor. Açıkçası oynamama ihtimalleri daha yüksek. Hidayet'in bireysel istatistiklerinde de gözle görülür düşüş var. Sayı, ribaund, asist, süre ve kullandığı top... Hepsi geçen seneden daha az. En önemlisi de konumunda düşüş var. Hidayet artık lider oyuncu değil. Calderon ne kadar müsade ederse o kadar oynuyor. Aralarında ciddi bir uyumsuzluk olduğu o kadar açık ki. Overrated İspanyol guard, bariz bir şekilde, hey yeni çocuk burası benim çöplüğüm mesajı vermeye çalışıyor. Bu çekişme mucizevi bir şekilde son bulmazsa, Toronto'nun Bosh'lu son sezonu çöpe gidecek gibi duruyor. Bosh gittikten sonra da bu takımın halinin ne olacağı büyük soru işareti.

Hidayet artık 30 yaşını geçti. Kariyerinin son dönemine giriyor ve ne yazık ki bunu geleceği belirsiz bir takımda yapıyor. Eğer kısa süre içerisinde tekrardan bir takasın içinde olmazsa, bir daha önemli bir başarı yakalaması zor görünüyor. Şu an için en önemli, belki de son fırsat Dünya Basketbol Şampiyonası. Tek temennim Toronto'nun play-off dışında kalması. İlk turda paspas olacaklarına, Hidayet'in sezonu erken kapaması ve şampiyonaya hazırlanmak için daha çok vakit kazanması, hem onun hem de ülkemizin adına daha hayırlı olacaktır. Geçen sezon finalde boy göstermiş bir oyuncu için bu sene play-off oynamazsa daha iyi olur demek ne kadar acı değil mi? Acı ama gerçek...

29 Kasım 2009



Taraftara terörist muamelesi yapmaya devam ediliyor. Tribünlerde yaşananların neden ve nasıl yaşandığı konusunda hiçbir fikri olmayan bir kaç kişi yine bir masanın başına toplanıp, kapalı kapılar ardında, kafalarına göre bir kaç karar almış. Cezalandırıcı olmak o kadar hoşlarına gitmiş ki, önleyici olabilecekleri akıllarına bile gelmemiş. Bu taslaktaki maddelerin bir kaç istisna dışında uygulanması, iki hafta üst üste lotoyu tutturma olasılığından daha düşük. İşte maddeler:

1) Maç biletlerinin üzerine bilet sahibinin TC Kimlik numarası yazılacak.
Muhtardan ikametgah da alalım tam olsun.

2) Süper Lig ve Bank Asya Ligi maçlarında anonsların yapıldığı ve güvenlik kameralarının izlendiği odalarda federasyon ve kulüplerden birer temsilci yer alacak.
Gerekli olduğuna inanmıyorum. Laf olsun diye düşünülmüş bir madde.

3) Emniyet teşkilatı içinde belirlenecek kulüp polisi, ilgili kulübün deplasman maçları dahil bütün maçlarında görev alacak.
Deplasman otobüsüne para verip, alkol koalisyonuna ortak olacaklarsa olur.

4) Spor alanlarına yasak madde sokulması ve kullanılması halinde 3 yıldan 5 yıla kadar spor alanlarında seyirden men edilecek ve 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası verilecek. 2 yıl içinde aynı suçun tekrarlanması halinde ömür boyu müsabakaları spor alanlarından seyirden men edilecek.
Eğer meşale de bu kapsama girecekse ağır söverim.

5) Çirkin ve kötü tezahüratta bulunanlara, 2 yıldan 4 yıla kadar müsabakaları spor alanlarında seyirden men ve 10 bin TL para cezası verilecek. Tekrarında ömür boyu spor müsabakalarını spor alanlarında seyirden men cezası verilecek.
Tribünler konusunda emin olduğum tek bir şey varsa, o da küfürün hiçbir zaman bitmeyeceğidir. Noktalama işareti olarak küfür kullanan bir milletiz. Nerede o eski bayramlar tayfasına bedava kombine dağıtılmadıkça, stadlarda küfür olacaktır.

6) Ayrımcılık içeren söz ve pankartlara 3 yıldan 5 yıla kadar müsabakaları spor alanlarında seyirden men cezası ile birlikte para cezası verilecek. Tekrarında ömür boyu müsabakaları spor alanlarında seyirden men cezası ve para cezası verilecek.
Bunu desteklerim işte. 'Say No To Racism'

7) Yasak beyan veya demeçte bulunan başkan, yönetici, idari veya teknik personel veya sporcu veya taraftar temsilcileri ile taraftar derneklerinin başkan ve yönetim kurulu üyelerine 100 bin Türk Lirası’ndan başlayan para cezası verilecek.
Bu da mantıklı ama cezası daha çok olmalı bence.

8) Taraftarları şiddete teşvik edecek nitelikte yayın ve yazılar yasaklanacak. Bu yasağa aykırılık halinde, kişilere 200 bin TL’den, kuruluşlara da 500 bin TL’den başlayan para cezaları verilecek.
Provakatör medya için de bir ceza düşünülmüş olması güzel ama bu maddedeki cezaların yanına da birer sıfır eklemek lazım.

9) Şike ve teşvik primi suçlarında 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası verilecek.
Yapamayacağın şeyleri söyleme demişler.

10) Müsabakaları spor alanlarında seyirden men cezası alanlar takımının maçının başlangıcında, devre arasında ve bitiminde en yakın mahalli karakola başvurmak zorunda olacak. Bu kişiler ayrıca, takımlarının yurt dışı maçından 5 gün önce pasaportlarını karakola teslim edecek.
Karakolların bir odasına sandalye koyup Lig TV de bağlatsınlar. Adam başı 5TL'den güzel gelir olur. Meşrubat servisi de olursa ala.

11) Cezalı kişilerin spor alanlarına girmesine yardımcı olanlara 1 yıldan 3 yıla kadar müsabakaları spor alanlarında seyirden men cezası ve 2 yıla kadar hapis cezası veya 50 bin TL’ye kadar para cezası...
Bence bu cezaları 1'den 100'e kadar rastgele bir sayı söyle mantığıyla belirlemişler.

12) Spor alanlarına zarar verenlere (koltuk, lavabo kıranlar gibi) 1 yıldan 3 yıla kadar müsabakaları spor alanlarında seyirden men cezası...
Masrafı karşılatmak daha mantıklı değil mi?

13) Şiddet olaylarına karışanlara, 3 yıldan 5 yıla kadar müsabakaları spor alanında seyirden men cezası ile 2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve para cezası verilecek.
Orantısız güç kullanarak, olayları önlemekten ziyade büyütmeye yarayan polislere de ceza verilecekse kabul.

14) Cezalar il-ilçe güvenlik kurulları tarafından değil, yeni kurulacak “Spor İhtisas Mahkemesi” tarafından verilecek. Suçların cezası 24 saat içinde belirlenecek.
Güzel bir gelişme.

28 Kasım 2009



Adana Demirspor
Adanaspor
Ankaragücü
Antalyaspor
Beşiktaş
Boluspor
Bursaspor
Eskişehirspor
Fenerbahçe
Galatasaray
Gaziantepspor
Gençlerbirliği
Göztepe
Karşıyaka
Kocaelispor
Sakaryaspor
Samsunspor
Trabzonspor

Ne dersiniz? Müthiş olmaz mı? 20000 seyirci ortalamalı, gerçek Süper Lig... Her hafta sonu Türkiye'nin yollarında onlarca deplasman otobüsü. Kıran kırana rekabet. Bol bol derbi.

10'u zaten Süper Lig'de. 5'i Bank Asya'da. 3'ü de 2. Lig'de. Belki bir gün... Neden olmasın?

26 Kasım 2009



Açık söyleyeyim, çok ağır bir mağlubiyet bekliyordum. Moskova'dan umulan sonuç gelmeyince, Beşiktaş'ta motivasyon falan kalmamıştır diyordum ama oynadıkları stadın adının Rüyalar Tiyatrosu olduğunu unutmuşum. Beşiktaş, bu tiyatroda Alex Ferguson'a bela olan Türk takımları kervanına katılırken, Avrupa Ligi rüyasını da sürdürmüş oldu. Artık kendi göbeklerini, kendileri kesecekler. CSKA'yı iki farklı yenerlerse tarih yazarlar.

Maça dair bütün istatistiklerde, Manchester'ın çok arkasında kalan Beşiktaş, sadece koşulan mesafede rakibini geride bırakmış. Galibiyetin şifresi hakkında önemli bir veri. Beşiktaş çok koştu, çok mücadele etti bugün. Tello'nun her şeyiyle Boliç'inkine benzeyen golünden sonra, Beşiktaşlı futbolcular rakibi ceza sahasının içine sokmamak için yapılması gerekenlerin hepsini eksiksiz yaptılar. Bu sayede son dakikalarda Rüştü'nün, bizi eski günlere götürdüğü iki kurtarışına kadar aman aman bir tehlike oluşturamadı United.

Mustafa Denizli de ilk Şampiyonlar Ligi galibiyetini aldı sonunda. Gerçekten fıkra gibi adam. Sen üst üste o kadar maç kaybettikten sonra dört puan al. Bunlardan birisi Wolfsburg deplasmanında olsun, üçü de Old Trafford'da. Anlatsan inanmazlar. Bu arada hep kızardım Batuhan'ı oynatmıyor diye ama bu akşamki saçma sapan sarı karttan sonra, sopayla dövse yeridir. Zaten hoca bugün istediğini sever istediğini de döver. Gidip Yıldırım Demirören'e bir tokat atsa, gıkı çıkmaz Y.D'nin. Malum gün onun günü! Tadını çıkarsın. İki hafta sonra CSKA maçından istediklerini alamazlarsa ağzının tadı yine kaçacaktır.

25 Kasım 2009


24 Kasım 2009





NTV Spor kuruluşundan beri öncülüğü ve kalitesiyle spor izleyicisini kendisine hayran bıraktı. Aramızda artık duygusal bir bağ var diyebilirim. Öyle ki şahsen ağırlıklı takip ettiğim Avrupa ligleri bile NTV veya NTV Spor'un yayınlayıp yayınlamadıklarına göre şekilleniyor. Yani TRT'de Bundesliga'yı izlemek yerine, NTV'de İran ligini izlemeyi tercih ederim. Ancak son zamanlarda bariz bir şekilde geride kalmaya başladıkları bir konu var: görüntü kalitesi. Kalitesiz diye yerden yere vurduğumuz Turkcell Süper Lig'i bile HD formatında izleyebiliyorken, NTV Spor La Liga'yı hala nostaljik maçlar kıvamında yayınlıyor. Özellikle bazı NBA maçlarını insanın gerçekten izleyesi gelmiyor. Malum kıçımızda don yok ama artık gecekondularımızda bile LCD TV'ler duvarları süslüyor. Digiturk Plus aboneleri de hızla artmakta. Bence artık NTV Spor'un HD'ye geçme zamanı geldi de geçiyor bile. Her tarafından kalite akan bir kanalın böyle bir imkanı kullanmaması, yayın akışının en önemli parçalarından biri olan maçları, TRT 3'le aynı kalitesizlikte yayınlaması olacak iş değil. Yakın zamanda bu konuyu gündeme alacaklarını umuyorum.

23 Kasım 2009




Günlerdir bıkmadan, usanmadan Tanjevic hakkında görüşlerimi dile getirmeye çalışıyorum. Diğer blogları da takip ediyorum ve genelde Tanjevic'le ilgili aynı şeyler yazılıyor. Şu ana kadar okuduğum istisna 1-2 kişi dışında herkesin buluştugu ortak payda, hem Fenerbahçe'ye hem de Milli takımımıza yararından çok zararı olduğu. Son iki haftada Fenerbahçe, dört maçın dördünü de kaybetti ve hala yönetim Tanjevic'in arkasında. Kaybedilen Karşıyaka maçını Aziz Yıldırım'ın izledigini gördükten sonra bu sefer kesin kovuldu dedim ama o da olmadı. Dün akşam yapılan açıklama da umutlarımın iyice azalmasına sebep oldu.

Unutmadan Karşıyaka'yı bu mütevazi kadroyla, Fenerbahçe karşısında aldıkları galibiyetten dolayı tebrik etmek lazım. Son bir kaç yıldır alıştığımız sayı kralı Karşıyaka'dan çıkar geleneğinin bu sene de bozulmayacağını Ryan Toolson'la görmüş olduk. Neyse konumuza dönmek gerekirse ben yönetimin yaptığı bu gereksiz inadı anlamakta güçlük çekiyorum. Neden bu adama bu kadar tahammül ediliyor anlayamıyorum. Başarılı olsa neyse de, ne başarısı var da hala burada? Yönetim, neden Fenerbahçe'nin hedeflerine bu adamla gidemeyeceğini anlamak istemiyor? Web sitesinden açıklama yapılıyor: Tanjevic'in arkasındayız. Buna zıt haber yapanlar hangi amaca hizmet ediyor merak ediyoruz diyorlar. Benim görüşüm, yazdıklarıyla Fenerbahçe'nin menfaatine hizmet ettikleri.

Madem bir açıklama yapmayı uygun görüyorsunuz, taraftarın ve kamuoyunun merak ettiği soruların cevaplarına da yer verirseniz, verdiğiniz kararın anlaşılması kolay olur. Ama siz Tanjevic'in kalma sebeplerini açıklayamazsanız, neden arkasında olduğunuzu söylemezseniz, sadece Fenerbahçe yıpratılmaya çalışılıyora bağlarsanız konuyu, o zaman anlaşılması zor olur ve bu haberler yapılmaya devam edilir. Bundan sonra bir açıklama yapılırsa eğer bu açıklamada, iki senedir yüksek bütçelere rağmen yaşanan hüsranın baş sorumlusu Tanjevic'e gösterilen sabrın sebeplerine de yer verilmesini bekliyoruz.

22 Kasım 2009




Bir maça öncelikle beraberliği hedefleyerek çıkmak anlaşılabilir bir durum. Ancak, muhtemel beraberlikler arasından sadece 0-0'a odaklanmak İddaa'da skor bahisi oynamaktan farksız. Tamamıyla ya tutarsa mantığı. Karşınızda bugünki Beşiktaş gibi mutlak galibiyeti hedefleyen bir takım olunca da tutmuyor tabii.

Denizli'nin sahaya sürdüğü takımın hücumcu bir 11 olduğunu iddia edemem ama en azından kafalardaki mantalite hücum odaklıydı. Daum'un takımına aşıladığı düşünce ise önce tutalım, sonra belki vururuz şeklindeydi. Aslında ilk yarıda Fenerbahçe amacına ulaşmaya oldukça yaklaştı. Verilmeyen penaltının maçın kaderine etki etmiş olabileceği herkesin malumu ama skorun 3-0 yerine 3-1 olmasını sağlamaktan öteye de gitmeyebilirdi.

Maçın seyrini esas değiştiren olay Emre'nin sakatlanması oldu. Artık açıkça görülüyor ki, Alex Fenerbahçe'nin beyniyse, Emre de kalbi. Şafak Sezer'in dediği gibi, 'kalp atacak aga. Kalp önemli!'. Hele ki beyinin durduğu böylesi maçlarda çok daha önemli. Beşiktaş'ın ilk golü Emre sakatlandıktan hemen sonra, ikinci golü de çıktıktan hemen sonra geldi. Biri ortadan koşu yapan Fink'in füzesiyle, diğeri de tamamıyla ortadan gelişen bir organizasyonla. İkisi de Emre'nin bölgesinin boşalması sebebiyle. Jet-Lag Lugano önderliğindeki defansın payını da yadsımamak lazım tabii.



Ard arda yenilen iki gol ve Emre'nin mecburi değişikliği sonrası Fenerbahçe'nin tekrardan oyuna ortak olmasını beklemiyordum zaten ama Daum'un da futbolcularla birlikte maçtan kopması hiç hayra alamet değil. Wederson değişikliğiyle neyi amaçladığını gerçekten anlayamadım. Acaba Uğur Boral kadroda olsaydı, onu da oyuna alıp sol kanadı dörtler miydi diye düşünmedim değil. Bu değişiklik yüzünden Andre Santos'u da oyundan almak zorunda kalarak iki değişiklik hakkını heba etmiş oldu. Beşiktaş defansının arasında heder olan Kazım'ı, kenarda Semih otururken ikinci yarıya başlatarak da kırmızı kartı tetikledi. Kazım'ım sindiği maçlarda pimi çekilmiş el bombası kıvamına geldiği sır değil zaten. Eninde sonunda illa ki patlayacaktı. Gitti kendine has kırmızı kartlardan birini gördü ve maçın Fenerbahçe adına bitişini ilan etti.

Maçtan sonra, Beşiktaş'ın farkı dörde indirmesi ve net skorun etkisiyle, lig şimdi başlıyor havası esmeye başladı. Bir maçlık vasatın hafif üzerine çıkan performans, haftalardır Beşiktaş kötü oynayarak kazanıyor, bu balon illa ki patlar şeklindeki algıyı çabuk değiştirdi. Haftaya fark tekrar yediye çıkarsa, Beşiktaş yine yarıştan kopmuş olmayacak mı bu mantıkla? Şahsen, Beşiktaş'ı hala yarışın dışında görüyorum. Bugün puan farkı kalmamış olsa bile aynı şeyi söylerdim. Henüz şampiyon olacak takım gibi oynadıkları bir maç izleyemedik. Bu takımın sezon başından beri hazırlık maçları dahil ilk defa üç gol attığını unutmamak lazım. Eğer ilerleyen haftalarda bir kaç tane oyunu domine ederek kazandıkları maç olursa, şampiyonluk şanslarından söz etmeye başlayabiliriz. Tabii bu arada camia içinde yaşadıkları sorunları da çözmeleri lazım.

21 Kasım 2009




Böyle yazınca olmuyor değil mi? Bence de. Çünkü spor kulüpleri, sanki salt futbol kulüpleriymiş gibi, bilmemne spor diye adlandırılmaz. Tek kriter bu değil tabii ama sonu sporla biten kulüplerin çoğunlukla sadece futbol takımından ibaret olduğunu görüyoruz.

İstanbulspor, İzmirspor, Kocaelispor, Bursaspor, Çaykur Rizespor, Dardanelspor, Tavşanlı Linyitspor, Pursaklarspor, Pazarspor vb. doğru kullanımlardır.

Ancak, Kasımpaşa, Altay, Karşıyaka, Göztepe, Altınordu, Hacettepe, Sarıyer, Eyüp, Karagümrük, Beylerbeyi gibi takımların isimleri söylenirken sonlarına spor eklenmez.

Hayatımda Fenerbahçespor, Galatasarayspor veya Beşiktaşspor diyen birisini duymadım ama şu saydığım takımların istisnasız her birinin en az bir kere yanlış söylendiğine, medyada ve hatta federasyonun sitesinde bile yanlış yazıldığına şahit oldum. Bu konuya biraz özen lütfen...



Son bir kaç gündür Galatasaray camiası, Cemal Nalga'nın sorumsuzluğu yüzünden çalkalanıyor. Bu çalkalanmanın en büyük sebebi ise eminim hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyordur. 100 yıllık bir kulübün formasını bu tarz oyunculara giydiren yöneticiler ve antrenörler kulüp tarafından cezalandırılırken, olayın esas kahramanına ceza vermek hiç düşünülmüyor herhalde? Zaten ceza vermeyi düşünseler hazırlık maçında attığı yumruktan sonra ceza verirlerdi. Neyse bu yazdıklarımın benzerlerini okumaktan bıkmışsınızdır. Ben olaya başka bir noktadan bakmak istiyorum. Bu olayda Cemal Nalga'nın hiç bir suçu yok mudur? Hazırlık maçında aldığı cezadan sonra antrenörüne, 'hocam ben oynamayayım. Bu olay bir gün anlaşılır, ortaya çıkar. Bu büyük camia bunun bedelini öder.' diyemez miydi? Cemal Nalga, eğer profesyonel ve işinin sorumluluğunun farkında bir sporcu olsaydı, belki bunu diyebilirdi ama degilmiş demek ki. 18 yaşında genç bir oyuncu bu hatayı yapsa, hatası yoktur diyelim de 23 yaşında sen bu hatayı yapıyorsan, bu yaşta Galatasaray camiasının büyüklügünü anlayamamışsan bu saatten sonra da zor olur anlaman. Galatasaray yönetimi de federasyon versin cezasını diyor ki herhalde oyuncuya ceza vermiyor hala. Federasyon daha önce ceza verdi de ne oldu? O sorumluluğunun farkına varamadı ve Galatasaray camiasını eşine rastlanılmamış bir skandalın içine itti. Tabi bu skandalda antrenörün suçunu da küçümsemek haksızlık olur ama bence yine suçun büyüğü Cemal Nalga'nın. Bu olayla ilgili Galatasaray taraftarı ne düşünüyordur acaba? Onu da çok merak ediyorum. Fenerbahçe'yi yeniyorsun, uzatma devresinden önce yaşanan olaylar ve bu skandal yüzünden aldığın galibiyeti kutlayamıyorsun. Galibiyet konuşulmaz oluyor, güme gidiyor. Bu da eminimki en çok onları üzüyor.

20 Kasım 2009



Almanya'da patlak veren şike skandalı en çok Türkiye'yi etkileyecek gibi. 29 maçın manipüle edildiği iddası, zaten güvensizlik ortamının had safada olduğu ülkemizde bu güvensizligin körüklenmesine yol açacak gibi görünüyor. Daha kesinlik kazanmamış olmasına rağmen milli futbolcuların da bu işe karıştığına yönelik yapılan haberler ve Fenerbahçe camiasıyla ilgili gazetelerin internet sitelerinde yazılanlara bakarsak bu durum, fırsat düşkünü spor basınının son zamanlarda buldugu en güzel malzemesi olacak gibi. Olayın açıklanışının üstünden daha bir gün geçmeden, Fenerbahçe'ye yapılan suçlamanın gazete satışlarını arttırmaktan başka hiçbir amacı olmadığı apaçık ortada. Bu tarz haberlerle, her fırsatta televizyonlarda ve gazetelerinde en ufak olaylar karşısında gazeteceliğin arkasına sığınıp, ben her şeyi söylerim, benim işim bu mantığıyla davranan ve bu iddaaları desteksiz ortaya atan kişilerin dürüstlügünden ve tarafsızlığından şüphe ederim. Zaten istisnalar dışında ülkemizde tarafsız spor basını diye bir kavramın olmadığını hepimiz biliyoruz. Her takımın fanatik yazarlarının bulunduğu ve gerçekleri yansıtmayan manipülatif habercilik anlayışının hakim olduğu, garip bir sisteme sahip olan spor basınından da bu şike skandalıyla ilgili gerçekleri yansıtıp olayların çözümüne katkı sağlamak yerine olayları manipüle edip daha fazla nasıl gazete satarımın peşine düşmesi beklenirdi. Öyle de oldu zaten. Belli ki kritik bir süreç yaşanacak. Bu süreçte spor basını, acaba olayın çözülmesine yardımcı mı olacak yoksa olayların içinde olduğu kesinlik kazanmadan diger takımlara da şikeci muamelesi mi yapacak? Umarım ilki olur.



Umutluyum ama bizden ötürü değil; Fenerbahçe'den ötürü demiştim. Tam da beklediğim senaryo gerçekleşti. Bugün 3. çeyrek haricinde uyuyan, hatta horlayan bir Fenerbahçe vardı sahada. Karşıyaka da fırsatı kaçırmadı. Daha ilk yarı bittiğinde skor 33-54'tü! Fenerbahçe özellikle savunma adına kılını bile kıpırdatmayınca anormal yüzdelerle şut atma imkanı bulduk: %70 2'lik, %50 3'lük.

İkinci devrede ise Fenerbahçe, bir anda ayağa kalktı. Fark bire kadar indi. İbre terse dönüyor gibiydi ama moralsiz Fener'in nefesi yetmedi. Son periyotta Karşıyaka tekrar dirildi. Fark yeniden çift hanelere çıktı ve maç koptu. Böylesi bir geri dönüşe cevap verebilmek, o momentumu kırmak bence çok önemliydi. İlerisi için umut verici bir sahneydi. Bu maçı ölçü kabul etmiyorum, ancak bu takım sanki benim beklediğimin biraz üstünde bir performans sergileyecek.

Stiglitz'e geçmiş olsun dilekleriyle bitirmek isterim. Blogun ilk derbisini biz kazanmış olduk ama onlar da geleceği kazanmış olabilirler. Aziz Yıldırım, salonda bizzat şahit olduğu bu manzaradan sonra Tanjevic'i hala göndermezse, peygamber sabrına sahip demektir. Ne var ki sabrın sonu her zaman selamet değildir.

 
Meşale Kokusu