-->

6 Haziran 2009

Bir takım düşünün ki, 20-30 milyon Pound'luk transferler yapsın; oyuncularına telaffuz etmeye çekindiğimiz ücretler ödesin; altyapısından neredeyse hiç oyuncu çıkarmasın ve halkın takımı olarak anılsın. İki yıl önce resmen Amerikalılar'ın takımı olan, sözde halk takımı Liverpool FC, iflasın eşiğine geldi. İngilizler durumun oldukça vahim olduğunu söylüyorlar.

Liverpool 2007 Şubat ayında, Tom Hicks ve George Gillett'in başında bulunduğu Amerikalı bir gruba satılmıştı. Hicks ve Gillett ikilisi geçtiğimiz iki yıl içinde kendilerini 250m, kulübü ise 100m Pound'luk bir borç yükünün altına soktu. Bu paranın karşılığında gelen tek başarı ise geçtiğimiz sezonki lig ikinciliği. 60000 kişilik stad projesi ise hala proje aşamasında. Son gelen haber ise bırakın stad yapmayı, Liverpool'un transfer bile yapamayacak noktaya geldiğini gösteriyor.

Kulübün sahibi olan grubun geçtiğimiz dönemde 42.6m Pound zarar ettiği ortaya çıktı. Zararın 36m Pound'luk kısmı, kulüp için alınan borçların faiz ödemelerinden kaynaklanıyor. Kulübün kasasının şu anda boş olduğu ve mevcut küresel kriz ortamında kimsenin, mali yapısı bu kadar kötü durumda olan Liverpool'a borç vermeye yanaşmayacağı düşünülüyor. Yani Benitez bu sene kadrosuna yeni isimler katmak için öncelikle bazı oyuncularını satmak zorunda gibi görünüyor.

Bu gelişmelerden sonra, geçtiğimiz dönemde kulübü satın almak için harekete geçen taraftar odaklı bir organizasyon olan Share Liverpool FC, yeniden devreye girdi. Organizasyonun kurucusu Rogan Taylor 25m ile 45m Pound arası bir para koyabileceklerini ve yanlarına alacakları bir yatırımcıyla kulübü devralabileceklerini söyledi. Amerikalı ikili çekildiğinde, geride 100m Pound'luk bir borç kalacağını düşünürsek, onların da beraber bu yükün altına girebilecekleri bir yatırımcı bulması zor görünüyor. Tabii ki onlar da Araplar'ın kapısını çalmazlarsa.

Şu an için tünelin ucundaki tek ışık Şampiyonlar Ligi. Liverpool'un para basan organizasyona direk katılım biletine sahip olması, önümüzdeki yılın gelirleri için bir umut ışığı doğuruyor. Ancak yaz döneminde kadrolarını zayıflatmak zorunda kalıp, Şampiyonlar Ligi'nde çok fazla ilerleyemezlerse oradan gelecek gelir de kısıtlı olacak. Anlayacağınız durum vahim. Bu sene şampiyonluk yarışına girişen Liverpool'u önümüzdeki sezonlarda orta sıralara doğru bir yolculuk içinde görebiliriz.

Gerçekleri görebilmek yetenek isteyen ve bir o kadar da fanatizmden uzak kalabilmeyi gerektiren bir süreçtir. Aziz Yıldırım’ın 1997 yılından itibaren Fenerbahçe camiası için canını dişine takarak, bilgi ve birikimini aktarmış olduğu hiç bir Fenerbahçeli'nin görmezden gelemeyecegi bir gerçektir. Kendi hayat tarzını sadece 'kazanmak' üzerine kurmuş bir insan olarak Aziz Yıldırım'ın düşünce yapısı, Fenerbahçe gibi milyonlara hitab eden bir kulübün menfaatleriyle bire bir uyuşmaktadır. Buna rağmen 11 yılda kazanılan kupa sayısının yapılan inşaat ihalelerinden daha az olması, Fenerbahçe başkanının hem başarısının hem de başarısızlığının göstergesidir. Bütün herkesin bir gerçeği görmesi lazımdır. Bu gerçek de Aziz Yıldırım’ın yıllardır Fenerbahçe'de sadece lokal başarılara imza atan, bana göre sıradan hatta başarısız sayılabilecek başkanlık öyküsüdür.
Başarısızlığa, Aziz Yıldırım'ın yıllardan beri sürekli tekrarladığı ama uygulayamadığı 'istikrar' sebep olmuştur. Sayın başkan istikrardan bahsederken aslında bunun kalpten savunucusu olmadığını, gözle görülür başarılar yaşatan Zico ve Daum gibi hocalari tek maçlık tansiyonlardan dolayı kulüpten ayırarak göstermiştir. İstikrar nedir? İstikrar, 70 yaşında, futbolcularla arasinda 3 jenerasyon bulunan, artik hayatının sonbaharını yaşayan, hiç bir lig başarısı bulunmayan, ruhsuz, takımlarının kazanması için her zaman itici güç olan taraftarları bile yıldıran bir hocayı, Fenerbahçe gibi Türkiye'nin genç nüfusuna hitab eden bir takımın başına getirmek midir? Yoksa Fenerbahçe'nin son dönemlerinde bir seneden fazla çalısmış sportif anlamda da başarılı olmuş hocalarla devam etmemek midir? Bu yapılan hatalar Aziz Yıldırım'ın futbolu ne kadar 'iyi' bildiğinin, sportif başarısızlık konusundaki istikrarının bir örneğidir. Dünya çapında yıldızları transfer ettiğini iddia eden başkan, sadece profesyonel futbol hayatının son demlerine yaklaşmış veya kulüplerinde performansları çöküş dönemine girmiş futbolcuları, oynadıkları kulüplerden daha çok para vererek alan bir politika izlemiştir. Bu oyuncular takıma sportif başarıdan çok kulübün popüleritesini arttırmaya yönelik başarılar kazandırmıştır. Bu futbolcuların getirilmesi ile menajerlerin ve futbolcuların cepleri doldurulmuştur.
Genel olarak ligimiz yaşını başını almış, sadece kazandığı paraya bakan, profesyonellik anlayışından uzak futbolcu ve teknik direktörlerle dolmaya başladı. Çok sevdiğimiz ligimizin Katar ligine göre tek cazip tarafı Şampiyonlar Ligi olmaya başladı. Fenerbahçe'nin de zaten bu sene Şampiyonlar Ligi'nde olamayacak olmasının sebebi de sadece kazandığı paraya bakan Josico ve Maldonado gibi, kulübe katkısı olmayan oyuncuların ve teknik ekibin transferine onay verenlerdir.
Yaptığı bu bariz sportif hatalara rağmen yakın zamanda yapılan kongrede, Aziz Yıldırım rakiplerini oldukça da büyük bir oy farkıyla geride bıraktı. Bu oy farkında kulübün mali açıdan ulaştığı nokta en büyük etken. Bu kurumsallaşma sürecinde Fenerbahçe'nin geleceği, yapılan tesisler ve arttırılan gelirler ile garanti altına alınmıştır. Tabii ki iyi bir yönetim anlayışının devam etmesi bunda en önemli şarttır. Seçimde, gelecek 3 yılda da şampiyonluk sözü vermesi Aziz Yıldırım'a seçimi kazandırdı ama bu söz onun sonunu da hazırlayabilir. Fenerbahçe'nin tarihinde 3 yıl üst üste şampiyon olamaması bunun o kadar da kolay gerçekleşecek bir hedef olmadığının göstergesi. Şahsen eğer Fenerbahçe seneye şampiyon olamazsa Aziz Yıldırımın kendi istifasını verecegini düşünüyorum. Diğer bir yandan eğer Aziz Yıldırım bu projeleri gerçekleştirirse Fenerbahçe taraftarının tek sevgilisi haline gelecektir.

Bahisle ilk olarak meyhane ve kahvehane köşelerinde tanıştık. O zamanlar beyaz sayfalar üzerinde 2. ligler de dahil dünyanın bütün liglerinden maçları elden oynardık. İnternet bugünkü kadar yaygın değildi. Yani öyle internetten de oynamıyordu kimse. Kupon tutturduktan sonra ise insanın içini bir korku kaplıyordu. Acaba paramı alabilecek miyim diye. Çünkü bir garanti yoktu. Elinde diğer kopyası da oynatanın elinde olan beyaz bir kağıt parçası oluyordu sadece. Bazı hikayeler de duyuyorduk. Yüksek para tutturanların paralarını alamadıkları gibi. Herkes birbirine güvenli bahis oynamanın bir yolu yok mu diye sormaya başlamıştı ki bazı siteler girdi hayatımıza. İnternetin yaygınlaşmasıyla herkes oralara yöneldi ve bahis, ülkemizde bir anda çok popüler oldu. Bunu gören devletimiz bahisi yasal bir çerçeve içine sokmaya karar verdi ve 2002 yılında İddaa'yla tanıştık.

İddaa genel müdürlüğünün ilk işi, internetten bahis oynanan siteleri kapattırmak oldu. Bu belki yasa dışı bahisi engellemek için doğru bi hamleydi ama bu süreçte birçok hata yapıldı. Öncelikle İddaa internet üzerine çok geç taşındı ve de reklamı bügünkü kadar yapılmadı. Ayrıca en az 4 maç oynama kuralı da bahisi geçmişten beri oynayanları şok etti. Bahisçiler köşeye sıkışmıştı. Çünkü İddaadan başka bahis oynatan bir kuruluş yoktu. İnsanları İddaa'dan soğutan bir diğer gelişme ise şike skandalının patlak vermesiydi. Bu olaydan sonra İddaa, alt liglerdeki alt/üst, ilk yarı/maç sonucu gibi oyunları kaldırdı. Seneler önce olan bu olaya ilk tepki geçtiğimiz ay Şansal Büyüka'dan geldi. Bu tepkiden sonra İddaa, bütün ikinci liglere bu oyunları koyarak olması gerekeni yaptı.

Gelelim İddaa'nın en büyük yanlışına. Aslında bu yanlış devletin politikalarından kaynaklanıyor. İddaa tekel haline getirildiği için bahis oranlarını istediği kadar düşük tutabiliyor. Örneğin bügün İddaa'dan oynadığımız bir kuponla, internetten oynayamadığımız kuponlar arasında 2-3 kat kazanç farkı oluşabiliyor. Böylece İddaa dünyadaki diğer şirketlerle aynı oranda gelir elde ederken, giderlerini minimuma çekmiş oluyor. Bwin gibi popüler bahis şirketlerinin Milan'a, Real Madrid'e sponsor olduğunu düşünürsek, devlet kendi eliyle İddaa'ya bu hızda para kazandırmaya devam ederse bu şirketi yakında arsızlığı abartıp Barcelona'ya forma sponsoru olmaya çalışırken falan görebiliriz. Ancak başka bahis şirketlerinin de pazara girmesine izin verilirse, oluşacak rekabet sayesinde bu oranlar dünyada sunulan oranları yakalayacaktır. Bu sayede biz bahis severler de yasa dışı yolları denemek zorunda kalmayacağımız adil bir bahis ortamına kavuşmuş oluruz.

Efes Pilsen de Fenerbahçe Ülker de, Beko Basketbol Ligi şampiyonluk serisinin ne kadar zorlu geçeceğini gördüler. Savunmaların konuştuğu ilk maçı Fenerbahçe Ülker kazandı. Peki maçın ilk yarısını 3 sayıyla önde geçen Efes Pilsen, ne gibi hatalar yaptı da maçı 8 sayı farkla kaybetti?

İlk olarak, hücümda 24 saniyeyi sonuna kadar kullanmalarına rağmen iki takım da rahat şut pozisyonu bulamadılar ve şutların da girmemesiyle savunmaya iyice ağırlık verdiler. Bence bu maçın kilit noktasi şut yüzdelerinin iki takım için de düşük olmasıydı. Diğer bir kilit nokta ise sakatlıktan dönen Ömer Onan'ın 20 sayıyla geceye damgasını vuran performansıydı. Bu performans Fenerbahçe Ülker'e maçın gelmesinde çok önemliydi. İki takımın da savunmaya öncelik vereceğini tahmin ediyorduk. Zaten maçta da bu aynen ortaya çıktı. Fenerbahçe Ülker'in dünkü maçta savunmayı rakibine oranla daha iyi yapması, Efes Pilsen gibi çok iyi hücüm silahlarına sahip bir takımı 60 sayıda tutması onlara maçı kazandırdı.

İlk maçın şaşırtan performansları ise play off'larda final oynamaya alışık, bu tarz maçları çok oynamış, iki takimin da yıldızları olduğunu düşündüğümüz Willie Solomon ve Charles Smith'ten geldi. İkisi de takımlarına beklenenin altında katkı sağladılar. Solomon'dan beklediğini alamayan Fenerbahçe Ülker yerli oyuncularının öne çıkmasıyla bu açığı kapatmış oldu.

Fenerbahçe Ülker seride 1-0 one geçti ama seriyi kazanmaları için diğer maçlarda da en az dünkü kadar mücadele etmeleri gerekecek. Efes Pilsen sahasındaki 2. maçı kaybetmemek için elinden geleni yapacaktır. Buna hiç şüphem yok. Eğer Fenerbahçe Ülker, Abdi İpekçi'ye 2-0 önde giderse, seriyi Efes Pilsen'in geriden gelip kazanması çok zor olacaktır. Zira Fenerbahçe Ülker, evinde sahaya en az 10000 kişilik bir taraftar desteğiyle çıkacak. Bu yüzden önümüzdeki maç serinin kaderini belirlemek açısından çok önemli. Eğer Efes Pilsen yine kayberse, serinin galibi büyük ölçüde belli olmuş olacak.

5 Haziran 2009

Turkcell Süper Lig biteli yaklaşık bir hafta oldu ama futbol heyecanı transfer sezonu ile devam ediyor. Futbolseverlerin merakla beklediği haberler tek tek açıklanmaya başladı. Tabii ki günün ve yılın bombası Frank Rijkaard olacak gibi görünüyor. Buna karşılık Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın ezeli rakipleri Galatasaray'ın tam aksine ses getirecek transfer yapmak yerine aynı oyuncunun transferine odaklanması bu büyük camialara yakışmadı.

Mehmet Topuz çıkıyor ben Beşiktaşlı'yım diyor; imzaladım diyor. Ertesi gün Fenerbahçe, oyuncunun bonservisini aldığını açıklıyor. Fenerbahçe taraftarı, ben Beşiktaşlı'yım diyen bir oyuncuyu nasıl kabul edecek? Yönetim bunu düşündü mü acaba ben bunu merak ediyorum. Gelelim olayın diğer tarafı Beşiktaş'a. Beşiktaş yönetimi bonservisini almadığı bir oyuncuyu nasıl transfer ettim diyebiliyor bunu da anlamak zor. Mehmet Topuz Kayserispor'la görüşmeden nasıl ben Beşiktaşa imza attım diyor? Bu nasıl profesyonellik bunu da ona sormak lazım.

Bana öyle geliyor ki Galatasaray'ın transfer bombasından sonra eli ayağına dolaşan diğer kulüplerin yöneticileri yurtdışından oyuncu alamayacakları için ne transfer yapsak kardır mantığıyla bu transferi arap saçına döndürdüler. Üstüne üstlük Beşiktaş FIFA'ya gideceğini açıkladı. Mehmet Topuz, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı FIFA'lık yapacak kadar kaliteli bir oyuncu mudur? Bence kesinlikle hayır. Ayrıca Mehmet Topuz'a bütün kötü oynadığı maçların ardından bu dönemde yaşananlar hatırlatılacak ve üzerinde büyük bir baskı oluşturulacaktır. Mehmet Topuz'un bunu da unutmaması lazım. Yaşananlar bu transferin üç ayağına da yakışmadı. Bence tam bir rezalet...

Yılın transfer haberi Galatasaray'dan geldi. Yaz boyunca bundan daha sansasyonel bir transfer göreceğimizi zannetmiyorum. Frank Rijkaard, resmen Galatasaray'ın yeni teknik direktörü oldu. Üstelik basında çıkan onlarca aday arasında kimse Rijkaard'ın adını bile anmamıştı. Yönetim inanılmaz bir operasyon gerçekleştirdi gerçekten.

Aslında yorumsuz olarak bile verilebilecek bir haber bu. Tam bir şaşkınlık içindeyim haberi duyduğumdan beri. Bence bu topraklarda daha önce bu çapta bir teknik adam çalışmadı. Şampiyonlar Ligi'ni hem oyuncu hem de teknik adam olarak kazanmış bir isim hakkında ne yazılabilir ki? Eğer Rijkaard'ın eline düzgün kadro verilirse, Galatasaray'ın bu sezon Avrupa'da özlediği başarıyı yakalayacaktır. Aziz Yıldırım'ın üç senede üç şampiyonluk hedefi de tehlikeye girdi gibi. Fenerbahçe, artık çok iyi bir kadro kurmak zorunda.

Sabır gösterilirse Rijkaard başarılı olacaktır gibi klişe bir söylemde bulunmayacağım. Zira Hollandalı'nın Galatasaray'da sihirli bir değnek etkisi yaratacağını düşünüyorum. İlk günden itibaren çok şey değişecektir Florya'da. Önümüzdeki sezon ilk haftadan itibaren çok etkileyici bir Galatasaray izleyeceğimizden hiç süphem yok. Yeni hocaları sarı kırmızılı taraftarlara hayırlı olsun. Bugün onlar için çok mutlu bir gün. Önümüzdeki sezon yüzleri çok gülecek.

A Milli Futbol Takımı'mız bu akşam 22:00'de Lyon'da Fransa'yla karşılaşıyor. 3 gün önceki hazırlık maçlarında milliler, Azerbaycan'ı vasatı geçemeyen bir oyunla 2-0 geçerken; Fransa kendi evinde Nijerya önünde ağır bir mağlubiyet almıştı. 1-0'lık mağlubiyet ilk bakışta şok bir sonuç gibi görünmüyor. Ancak Fransa'nın ortaya koyduğu kişiliksiz futbol sonucu staddan yükselen ıslık sesleri bu yenilgiye önemli bir anlam yükledi. Maçtan sonra Patrice Evra'nın yaptığı açıklamalar ise olaya tüy dikmiş oldu. Evra, " biz kötüydük ama seyircimiz rezaletti" diyerek bence oldukça yanlış bir açıklama yaptı. Bu gelişmelerden sonra Fransa'nın sahada daha büyük bir çaba ortaya koyacağını düşünüyorum. Tarihte oynadığımız altı maçta hiç yenemediğimiz Fransa'yı devirmek için bir süre daha beklemek zorunda kalabiliriz. Tabii ki bu maçın tam da sezon sonuna denk gelen bir hazırlık maçı olduğunu ve oyuncuların konsantrasyonlarının üst seviyede olamayacığını unutmamak lazım. Bu sebeple Fatih Terim ve öğrencilerinin Lyon'dan galibiyetle dönmeleri de şaşırtıcı olmamalıdır.

Ayrıca bir süredir sıradan takımlarla yapılan hazırlık maçlarının ardından, nihayet önemli bir ekibe karşı mücadele edecek olmamız sevindirici. Azerbaycan'ı yenmektense Fransa'ya yenilmeyi tercih ederdim. En azından eksiklerimizi daha iyi görmüş oluyoruz. Şahsen bu akşamdan beklentim, güzel futbol ve sonuna kadar mücadele görmek. Kazanmasak da olur. Hatta kazanmasak daha bile iyi olabilir. Eleme grubunda yapacağımız önemli maçlar öncesinde yalandan havaya girmemiş oluruz.

Ülkemizde oynanan UEFA Kupası finalinin kupa seramonisini banttan izlemek zorunda kaldıktan sonra bir de Kayıp Prenses adlı saçma bir dizinin, Şampiyonlar Ligi finalinin maç öncesi görüntülerine tercih edilmesi sporseverleri çileden çıkartmıştı. Yayıncılık ahlakına uymayan davranışları yüzünden Show TV ve Star TV büyük tepki çekmişti. Dün gece yayınlanan NBA final serisi ilk maçında ise NTV'nin molalardaki şovlar sırasında reklam yayınlamak yerine canlı yayına devam etmesi, NBA'in şov yanını da izlememizi sağladı. Bu görüntüleri, bir kaç istisna maç dışında maalesef izleme şansı bulamıyorduk. Final serisi boyunca yayınların bu şekilde devam edeceğini düşünüyorum. NTV'nin bu başarılı ve örnek yaklaşımını, umarım bütün kanallar feyz alır ve sporseverler gerçekten izlemek istedikleri görüntüler yerine bitmek bilmeyen reklam kuşaklarıyla karşı karşıya kalmaz.

4 Haziran 2009

Yaklaşık bir hafta süren aradan sonra, NBA heyecanı bu gece final serisi ile başlıyor. Finalin batı yakasında herkesin tahmin ettiği gibi geçen seneki finalist Los Angeles Lakers var. Doğu da ise kimilerine göre bir sürprize imza atan bana göre ise NBA'in takım oyununu en iyi oynayan ekibi Orlando Magic var. İki takımın da yıldızlarının çokluğunu final serisinin uzun sürecegine dair bir işaret olarak görüyorum ve bir basketbolsever olarak bu finalin 7 maç sürmesi ve kazananın Orlando olması tek temennim.
Yıldızlardan bahsetmişken Jordan'dan sonra NBA'in en iyi oyuncusu olduğunu düşündüğüm Kobe Bryant, Lakers'la yaşadığı şampiyonluklar ve kaybettiği finaller baz alınırsa sahada, en az baskı hissedecek oyuncu olacak. Lakers'lı oyuncuların geçen sene yaşadıgı final tecrübesi ve koç Phil Jackson'ın sahadaki herkesten fazla, şampiyonluk ve finallere alışık olması Lakers'ın en büyük şansı. Doğuda ise tam aksine, Orlando'nun ilk beşinde daha önce final tecrübesi yaşamış oyuncu bulunmuyor. Buna koç Stan Van Gundy'yide dahil edebiliriz. Tecrübenin önemli olduğunun aksini iddaa edemeyiz ama maçların sahada kazanıldıgı da bir gerçektir. İlk 2 maçın Lakers'ın sahasında oynanması, bence Orlando için büyük bir avantaj olacak ve bu maçlardan birini kesin kazanacaklarını düşünüyorum. Orlando için önemli olan Cleveland serisinde yaptıkları gibi kendi sahalarında yine kaybetmemeleri olucak. Sezon boyunca Cleveland'la oynadıkları üç maçın ikisini Orlando'nun kazanmış olmasına rağmen, Cleveland serisinde Cleveland'ı kesin favori gösterenlerin tahminleri oldukça yanlış çıktı. Cleveland'ı sezon boyunca iki kere yenebilen üç takımdan birisiydi Orlando. Lakers ve Boston da Cleveland'ı ikişer kere yenen diğer iki takımdı. Onlardan sonra ligin en çok galibiyet alan üç takımı. Aynı senaryoyu Orlando'nun Lakers'a da yapabileceğini düşünüyorum. Ligde oynanan 2 maçı da Orlando'nun kazanmış olması bu ihtimali hiç de gözardı etmememiz gerektiğini gösteriyor bize. Ama kabul edilmesi gereken diğer bir gerçek ise favorinin Lakers olduğudur. İki takımın birbirlerine karşı avantajlarını ve dezavantajlarını karşılaştırdıgımızda neredeyse eşit gibi duruyor. İkisinin de birer süper yıldızı, birer Avrupalı yıldızı var. Kalanların yeteneklerinin birbine denk olduğu bir seri olacak. Böyle bir ortamda seriyi etkileyen diğer bir faktörün bench katkısı olacağına inanıyorum. Orlando'ya göre Lakers'ın benchi daha iyi oyunculardan kurulmuş durumda. Bu da Lakers'ı belki bir adım öne itebilir.

Gelelim Türkiye açısından finalin en önemli olan unsuru Hidayet Türkoğlu'na. Mehmet Okur'dan sonra dünya basketbolunun zirvesi olan NBA finalinde oynayacak olan 2. Türk olması Türkiye için gurur kaynağı. Finalde ikisinin de rakibinin Lakers olması da ayrıca hoş bir tesadüf. Mehmet Okur'un takımının finale gelme süreci ile Hido'nunkini karşılaştırmak bence Hidayet'e haksızlık olur. Mehmet'in başarısını küçümsemek amacında değilim ama Hidayet'in takımının finale çıkmasında verdiği katkıyla Mehmet'in verdiği katkıyı da karşılaştırmak Hidayet'in başarısını gölgeler.Çok güzel hareketlerle ve heyecanlı maçlarla dolu bir seri olacağına hiç şüphem yok. İyi oynayan kazansın demek istiyorum ama benim gönlüm Orlando'yla. Başarılar Orlando, başarılar Hidayet...

3 Haziran 2009

Malum futbolda ligler bittiğinden şu aralar gündemde transfer spekülasyonlarından başka pek de bir şey yok. Bu yaz büyük bir şampiyona da olmadığından, sessiz sedasız milli maçlar falan oynanıyor. Gergin geçen son haftaların ardından futbol dünyasını adeta bir huşu kapladı. Bugünden itibaren de önümüzdeki iki hafta boyunca basketbol esas gündem maddesi olacak. Hem bizim ligimizde hem de NBA'de final serileri aynı gün başlıyor.

Beko Basketbol Ligi'nde çoğu kişinin tahmin ettiği final serisi oynanacak. Ligin açık ara en güçlü iki kadrosuna sahip olan Efes Pilsen ve Fenerbahçe Ülker, çok da zorlanmadan finale kadar geldiler. İkisi de yarı final serilerini 3-0'la geçti. Açıkçası bu sene hem lig hem de play off'lar geçen seneye göre biraz sönük geçti. Geçen seneki herkesin herkesi yenebildiği, 7-8 takımın ciddi anlamda yarışmacı olduğu ligden sonra, bu sene ki nispeten daha tahmin edilebilir bir lig oldu. Tabii ki final serisinin heyecan bakımından bir eksiği olmayacaktır. Zaten medyada da hiç olmadığı kadar yoğun bir ilgi söz konusu. Basketbol ligimizin "meraklısına" kıvamından kurtuluşu devam ediyor. Dün yapılan basın toplantısına katılımın yüksekliği sevindiriciydi.

Ne var ki, bu sene Efes Pilsen yönetiminin aldığı ilginç bir karar oynanacak maçların önüne geçti. Ev sahibi biletlerini ücretsiz dağıtacağını açıklayan Efes Pilsen, 600 kişi kontenjanlı deplasman biletlerininin fiyatını 45 TL olarak açıkladı. Kontenjan kısıtlaması kabul edilebilir bir durum. Ancak, Türkiye'de bugüne kadar görülmemiş bir fiyat uygulamasına giderek nasıl bir kazanç elde etmeyi planlıyorlar? Bu durumu anlamak biraz güç. Kazanılacak 27.000 TL, bu uygulamanın doğuracağı antipatiyi ortadan kaldırmaya yetecek mi? Öte yandan Fenerbahçe Ülker yönetimi, oldukça başarılı bir politika izledi ve yanıtını ilgi çekici bir kampanyayla verdi. Efes Pilsen'in sahasındaki maçlara giden Fenerbahçeli taraftarlara her dış saha biletine karşılık iki iç saha maçının bileti ücretsiz verilecek. Aynı zamanda atkı ve şapka hediye edilecek.

Seri hakkında bir tahmin yapmak ise oldukça güç. İki takımın da her mevki için alternatifli kadroları var. Kim kazanırsa kazansın serinin 4-2 biteceğini düşünüyorum. Efes Pilsen'in kozu koçu, Fenerbahçe Ülker'in kozu ise taraftar desteği olacaktır. İki takıma da başarılar.


Futbolcuların ve antrenörlerin yıllık gelirleri, en çok kazananın kim olduğu her zaman futbolseverler tarafından merak edilmiştir. 2008/2009'un en çok kazanan futbolcularından 20 kişilik bir liste yaptığımızda, listenin son sırasındaki yani en çok kazanan 20.isim sponsorluk gelirleri ve primlerle birlikte toplam 9.9 milyon euro ile Roma'nın kaptanı Francesco Totti oluyor. Listenin ilk sırasındaki isim ise hepimizin tahmin ettiği gibi 32.4 milyon euro ile David Beckham. İşte futbol dünyasının 2008/2009 sezonunda en çok kazanan 20 ismi:



1) David BECKHAM (AC Milan): €32.4m
Yıllık Ücret: €4.9m Yıllık Prim: €1.5 Sponsor ve diğer: €26m

2) Lionel MESSI (Barcelona): €28.6m
Yıllık Ücret: €8.5m Yıllık Prim: €0.1m Sponsor ve diğer: €20m

3) RONALDINHO (AC Milan): €19.6m
Yıllık Ücret: €6.5m Yıllık Prim: €0.1m Sponsor ve diğer: €13m

4) Cristiano RONALDO (Manchester Utd): €18.3m
Yıllık Ücret: €7.3m Yıllık Prim: €1m Sponsor ve diğer: €10m

5) Thierry HENRY (Barcelona): €17m
Yıllık Ücret: €8m Yıllık Prim: €0.2m Sponsor ve diğer: €8.8m

6) KAKA (AC Milan): 15.1m
Yıllık Ücret: €9m Yıllık Prim: €0.1m Sponsor ve diğer: €6m

7) Zlatan IBRAHIMOVIC (Inter): €14m
Yıllık Ücret: €11m Yıllık Prim: €0.5m Sponsor ve diğer: €2.5m

8) Wayne ROONEY (Manchester Utd.): €13.5m
Yıllık Ücret: €6m Yıllık Prim: €0.7m Sponsor ve diğer: €6.8m

9) Frank LAMPARD (Chelsea): €13m
Yıllık Ücret: €8.2m Yıllık Prim: €0.3m Sponsor ve diğer: €4.5m

10) John TERRY (Chelsea): €11.7m
Yıllık Ücret:€8.4m Yıllık Prim:€0.3m Sponsor ve diğer:€3m

11) Fabio CANNAVARO (Real Madrid): €11.5m
Yıllık Ücret: €5.5m Yıllık Prim: €0.5m Sponsor ve diğer: €5.5m

12) ROBINHO (Manchester City): €11.4m
Yıllık Ücret: €9m Yıllık Prim: €0.5m Sponsor ve diğer: €1.9m

13) Micheal BALLACK (Chelsea): €11.3m
Yıllık Ücret: €7.9m Yıllık Prim: €0.4m Sponsor ve diğer: €3m

14) Steven GERRARD (Liverpol): €11.3m
Yıllık Ücret: €6.5m Yıllık Prim: €0.3m Sponsor ve diğer: €4.5m

15) Didier DROGBA (Chelsea): €10.7m
Yıllık Ücret: €5.9m Yıllık Prim: €0.3m Sponsor ve diğer: €4.5m

16) Gianluigi BUFFON (Juventus): €10.5m
Yıllık Ücret: €5.5m Yıllık Prim: €0.4m Sponsor ve diğer: €4.6m

17) Alessandro DEL PIERO (Juventus): €10.4m
Yıllık Ücret: €4m Yıllık Prim: €0.4m Sponsor ve diğer: €6m

18) Iker CASSILLAS (Real Madrid): €10.2m
Yıllık Ücret: €5.2m Yıllık Prim: €0.6m Sponsor ve diğer: €3.5m

19) Cesc FABREGAS (Arsenal): €10m
Yıllık Ücret: €5.2m Yıllık Prim: €0.6m Sponsor ve diğer: €4.2m

20) Francesco TOTTI (Roma): €9.9m
Yıllık Ücret: €5.65m Yıllık Prim: €0.35m Sponsor ve diğer: €3.9m

2 Haziran 2009



Teknik Direktör: Mircea Lucescu

İlk 11: Hugo Lloris, Davide Santon, Alex, Gerard Pique, Darijo Srna, Mesut Özil, Raul Meireles, Yoann Gourcuff, Diego Forlan, Grafite, Gonzalo Higuain

Yedekler: Rubinho, Aly Cissokho, Mario Balotelli, Edin Dzeko, Diego Milito

Florentino Pérez Rodríguez, 2000 yılında ilk kez Real Madrid'in başkan adayı olduğunda rakibi Lorenzo Sanz'dı. Rakibinin seçimin yapıldığı 2000 yılında Şampiyonlar Ligi'ni kazanması, Perez'in şansını azaltmış görünüyordu. Ancak o sezon Golden Ball ödülünü kazanan Portekiz milli takımının ve ezeli rakipleri Barça'nın en önemli kozu Luis Figo aynı zamanda Perez'in de en önemli seçim kozuydu. Eğer seçimi kazanırsa Luis Figo'yu transfer edeceğini açıklaması Perez'e başkanlığı getirdi.

Perez'in transfer politikası her sene takıma dünyaca ünlü bir yıldız katmaktı. Bir Portekizli, Luis Figo'yla başlayan Los Galacticos dönemi, 2001'de Zinedine Zidane, 2002'de Ronaldo, 2003'te David Beckham, 2004'te Michael Owen ile devam etti ve 2005'te Robinho ile son buldu. 2006'da başkanlığı bırakan Perez, Real Madrid'in dünya üzerindeki en iyi pazarlanan ve finansal anlamda en çok kazanan kulüp haline getirdi. Perez'den sonra Real Madrid'in uyguladığı yanlış transfer politikaları, Avrupa'da alışılan başarıların kazanılamamasının en önemli etkeniydi.



Yıl 2009. Real Madrid başkanı yeniden Florentino Perez. İlk transfer etmek istediği oyuncu ise yine bir Portekizli, Cristiano Ronaldo. Görünen o ki, Perez'in kafasında Los Galacticos 2 dönemini başlatmak var. Cristiano Ronaldo ile birlikte, Kaka Leite, Xabi Alonso ve David Villa gibi futbol dünyasının sayılı yıldızları da Perez'in listesinde. Perez'in geçmişte gerçekleştirdiği imkansız transferleri düşününce, bu isimlerden en az iki veya üçüne önümüzdeki sezon Real Madrid forması giydereceğine kesin gözüyle bakıyorum.

1 Haziran 2009

Carlo Ancelotti'nin AC Milan'da geçirdigi 8 kupalı 8 yıl dün akşam Leonardo'nun yeni antrenör olduğunun açıklanmasıyla sona erdi. 2003'te Şampiyonlar Ligi şampiyonlugunu, yine aynı sezonda İtalya Kupası'nı ve Avrupa Süper Kupası'nı kazandıktan sonra, 2004'te Serie A şampiyonlugunu ve İtalya Süper Kupası'nı kazanınca, Ancelotti Milan kariyerine hızlı bir baslangıç yapmış oldu. 3 seneye sığan 5 kupada Carlo Ancelotti'nin katkısı çok büyüktü.

2004-2005 sezonu Şampiyonlar Ligi finalinde ilk yarısını 3-0 önde bitirdikleri Liverpool maçını dramatik bir şekilde penaltılarla kaybetmeleri ve o sezon AC Milan'ın hiç kupa kazanamaması Carlo Ancelotti'yi tartışılır hale getirdi. 2005-2006'nın da kupasız geçmesinin ardından bu sezonun Ancelotti'nin son yılı olacağını düşünenler, yeni sezonda takımın başında olacağını düşünenlerden çok daha fazlaydı. Ancak Milan yönetimi, kendisiyle devam kararı aldı.


2006-2007 sezonunda lig şampiyonluğunu ezeli rakipleri Inter'e kaptırmalarına rağmen Şampiyonlar Ligi finaline çıkıp Liverpool'dan 2005'in rövanşını almaları Milan taraftarını biraz da olsa tatmin etmişti. Aynı sezonun Avrupa Süper Kupası ve FIFA Club World Cup, Ancelotti ile Milan'a gelen en son kupalardı. Geride bıraktıgımız sezonda lig ve Avrupa'daki başarısızlık ve 8 senede kazanılan tek lig şampiyonluğu Ancelotti'nin milan kariyerinin sonunu hazırladı.

Oyuncu ve teknik direktör olarak Şampiyonlar Ligi'ni 2'şer kez kazanan 2 teknik direktörden birisi olan Carlo Ancelotti, yeni sezonda yeni takımı Chelsea'nin Şampiyonlar Ligi kupası hasretine son vermeye yardımcı olabilecek mi hepimiz göreceğiz. Son 8 senede bu kupayı 2 kez kazanmış ve 1 kez de final oynamış olmanın kazandırdığı tecrübe Ancelotti'nin belki de en önemli avantajı olacak. Chelsea takımının oyuncu kapasitesi, bu yıldızların yıllardır bir arada oynaması ve takım kurgusunun yıllar içinde değişmemiş olması da diğer bir avantajı olacak. İtalya ligi dışında başka bir ligde ne antrenör ne de futbolcu olarak çalışmamış olması, Premier Lig'de Serie A'ya oranla futbolun daha yüksek tempoda oynanması ve iki ülke arasındaki futbol mentalitesinin farkı, karşılaşacağı zorluklardan bir kaçı olacak.

31 Mayıs 2009



Teknik Direktör: Pep Guardiola

İlk 11: Julio Cesar, Patrice Evra, Nemanja Vidic, Rio Ferdinand, Dani Alves, Cristiano Ronaldo, Xavi Hernandez, Andres Iniesta, Lionel Messi, Zlatan Ibrahimovic, Samuel Eto'o

Yedekler: Van der Sar, John Terry, Steven Gerrard, Arjen Robben, Fernando Torres

Beşiktaş altı yıl aradan sonra şampiyonluğa ulaşarak tarihinde ikinci kez sezonu çifte kupayla tamamladı. Yıldırım Demirören başkanlığında geçen beş çalkantılı sezonun ardından 13. şampiyonluğa ulaştılar. 2 büyük - 3 büyük tartışmaları ayyuka çıkmanın eşiğindeyken, Beşiktaş bir daha şampiyon olamayacak galiba denilirken kendilerine biraz daha kredi kazandırdılar. Açıkçası sezon başında şampiyonluk hakkında tahmin yaparken Beşiktaş aklımın ucundan bile geçmiyordu, ancak Fenerbahçe ve Galatasaray'ın top oynamamayı tercih ettiği sezonda, Beşiktaş fırsatı tepmedi. Tebrikler...

Dün gece hakkında değinmeden geçemeyeceğim nokta ise daha önce de bahsettiğim kupa konusu. Böyle bir ayıp gerçekten olamaz. Sen, yüz milyonlarca dolar değerindeki bir ligi yönetiyorsun ve 3 ayrı stadda şampiyonluk kutlaması hazırlamaya üşeniyorsun; bana ne ya şampiyon olan takım kendi kutlamasını organize etsin diyorsun. Bütün bir sezon boyunca emek veren futbolcuları, 19 Mayıs kutlamalarında karton kaldıran öğrencilere çevirmeye ne gerek vardı? Bu saçmalığın sorumluları, o kartondan kupaların ortaya çıkardığı trajikomik görüntüleri görünce biraz da olsa utanmışlardır umarım.

 
Meşale Kokusu