-->

24 Ekim 2009


Ben ömrü hayatımda bu kadar egoist bir futbolcu görmedim. Nihat, artık resmen kontrolden çıkmış durumda. Galiba 90 dakika boyunca içinden tek bir kelimeyi tekrar edip duruyor; ben, ben, ben, ben! "Her topa ben vurayım. Her golü ben atayım. Korner, frikik ne varsa kullanayım. Golü de bana yazsınlar, asisti de. Ah keşke sahaya da tek ben çıksam". Birisi Nihat'a futbolda hangi kuralı değiştirmek istersin dese, taçlar da ayakla atılsın ki onları da ben kullanayım diyeceğine eminim. Böyle mahalledeki top sahibi çocuklar gibi davranarak yazık ediyor kendine. Eğer egosu, kimsenin lafını dinlemeye izin vermeyecek kadar vahim bir seviyede değilse, çok geç olmadan birilerinin Nihat'ı telkin etmesi lazım. Yoksa, bir gün alır gelir birisi 9 katlı Kames'i. Nihat da top benim, ben kaleye geçmem derken, bir anda elindeki dandik topla, maçı kenardan izlerken bulur kendini.

Taormina, İtalya

Daha önce çocuk tribünü uygulaması sebebiyle övdüğüm Boluspor'u, bu sefer yerme vakti gelmiş. Boluspor taraftarları bir süredir, öğrenci biletindeki yaş sınırının kalkmasını ve üniversitelileri de kapsamasını istiyorlardı. Yönetime yaptıkları ısrarlı çağrılara cevap bulamayınca, radikal bir karar almak zorunda kalmışlar. Bu hafta oynayacakları, Gaziantep B.B. maçına girmeme kararı almışlar. Bolulular itiraz etmekte haklılar ama bana göre argümanlarını yanlış kurmuşlar. Şahsen öğrenci bileti kavramını, ilkokul seviyesindeki çocuklara ücretsiz verilmediği sürece anlamsız buluyorum. Ortada itiraz edilecek bir şey varsa, o da 20 TL'lik maç biletidir. Sezon başından beri istikrarsız sonuçlar alan bir Bank Asya 1. Lig takımının maçları 20 TL olamaz. Hele ki bu fiyata tribünlerin dolmayacağı çoktan anlaşılmışken, zarar etme pahasına indirime gidilmiyorsa, ortada bir art niyet var demektir. Demek ki taraftarları, tribünden uzak tutmaya çabalıyorlar. Bu çabalarında da oldukça başarılı olmuş gibiler ama bu sayede kime, ne fayda sağlıyorlar acaba?

Not: Fotoğraf 70/71 sezonunda İnönü Stadı'nda çekilmiş. Hey gidi günler hey.

23 Ekim 2009

Başkan Olgun Peker, Süper Lig'e yükselme konusunda iddialı demeçler vermeye devam etse de, Levent Eriş'in gelişinden sonra iki güçsüz rakip, Kocaelispor'u ve Hacettepe'yi yenip kıpırdanır gibi olan Giresunspor, son iki haftada yeniden kaybetme trendine girerek son sıraya düştü. Bu durumdan kurtuluş için çareyi transferde aramaya karar verdiler ve batan gemi Ankaraspor'dan Bülent Bölükbaşı'nı transfer ettiler. İsim olarak iyi bir transfer. İlk bakışta oldukça mantıklı gözüküyor. Ancak, irdelenmesi gereken noktalar var. Giresunspor bu sezona transfer şampiyonu olarak başladı. Yirminin üstünde oyuncu aldılar. Kadroda Hasan Üçüncü, Volkan Bekiroğlu ve ailemizin kasabı İsmail Güldüren gibi isimler var. 33'lük Bülent Bölükbaşı'nın transferine baktığımızda da bu transferlere paralel bir hamle olduğunu görüyoruz. 9 haftanın sonunda yanlış olduğu ortaya çıkan politika devam ettiriliyor. Bana göre, büyük ihtimalle önümüzdeki sezon başka bir takıma gitmek isteyecek veya futbolu bırakmayı düşünebilecek, sezon beşinden beri maç yapmamış 33'lük bir oyuncu yerine takıma dinamizm getirecek ve ölü toprağını üstlerinden atmalarını sağlayacak bir isim düşünmeleri daha hayırlı olurdu. Şahsen ben forvete bir transfer beklerdim ama henüz sadece 7 gol atabilen forvet hatlarını - aslında sadece 4'ü forvet oyuncularından - beğeniyorlar demek ki.

22 Ekim 2009

Çok neşeliyim şu an. Emre Tilev'in ağlamaklı sesini, ya lütfen bizden izleyin, engelleyemiyoruz bu Digiturk'ü, allah aşkına D-smart alın yakarışlarını duydukça keyfe geliyorum. Almıyoruz ya AL-MI-YOR-UZ! Kendiniz ettiniz, kendiniz buldunuz. Beter olun.

Bu akşamki Wolfsburg - Beşiktaş maçında, Ertem Şener'den öğrendik ki UEFA, artık maçlarda meşale görüntülerinin yayınlanmasını bile yasaklamış. Blog'un adının hürmetine, bu konu hakkında bir iki kelam etmezsem çatlarım. Bana göre stadlarda koreografi, pankart, konfeti veya aklınıza gelebilecek herhangi bir şeyle, meşaleden daha güzel bir görüntü elde etmek mümkün değil. Dünyanın en çirkin stadının en şekilsiz tribününde 20 tane meşale yansa, insan kendini San Siro'da zanneder. Özellikle gece maçlarının vazgeçilemez süsüdür meşaleler. Bu yüzden meşale yasağına oldum olası sinir olmuşumdur. Futbolu her geçen gün daha da endüstriyelleştirip, onu spordan ziyade "show business" haline getirmeye çalışanların, aynı zamanda tribünlerin elinden en büyük şov silahını almaya çalışmaları abesle iştigal. Adı üstünde meşale şov yahu. Hadi yasakladınız. Onu artık sineye çektik de yayınlanmasını yasaklamak nedir? Varlığını böyle düpedüz yok sayarak meşale kullanımını bitirmeye çalışıyorsanız, size söylenecek tek bir laf var: 'Tutmayın küçük enişteyi'.

21 Ekim 2009

Bir Türk futbolcusunun Nou Camp'ta, attığı son golden beri geçen süre. Tam 6 yıl 5 ay ve 23 gün. Real Sociedad'ın şampiyonluğu iki puanla kaptırdığı, Nihat'ın gol krallığında 2. olduğu 2002/2003 sezonunun 31. haftasında, 27 Nisan 2003 tarihinde Barcelona ve Sociedad, Nou Camp'ta karşılaşmıştı. Saviola ve Kluivert'la 2-0 öne geçen Barcelona'ya karşı, Nihat'ın 80. dakikadaki frikiği yeterli olmamış ve Sociedad şampiyonluk yarışında önemli bir puan kaybı yaşamıştı. O golden beri işleyen sayaç nihayet, dün akşam Gökdeniz tarafından durduruldu. Hem de bu seferki gol sadece skoru belirlemedi; aynı zamanda galibiyeti de getirdi. Tebrikler Gökdeniz...

19 Ekim 2009

Reha Kapsal'ı cidden anlayamıyorum artık. Elinde profiterol yapacak malzeme var. O pudingle yetiniyor. Sezon başından beri bas bas bağırıyoruz. Karşıyaka'nın elindeki forvet hattının bu ligde, bir eşi benzeri yok. Orta sahasında zaten geçen sezon da beraber oynamış, uyumlu ve çıkışta olan Kıvanç - Taha ikilisi var. Bu ikili, istedikleri her maçta rakipten orta sahayı alabilir. Defans konusunda sakatlıkların da etkisiyle biraz sıkıntı olduğu doğru, ancak bu ligde kimin taş gibi defansı var ki? Hemen hemen her takım bu bölgeyi 30'luk, göbekli, okeye dönen adamlara emanet etmiş. Ayrıca Karşıyaka'nın sol bek hariç her mevkide inanılmaz bir rotasyon avantajı var. Kadro hem geniş, hem de birden fazla posizyonda oynayabilen, çok yönlü futbolcularla dolu.

Peki vaziyet buysa, bu takım sahaya nasıl bir dizilişle çıkmalı? Bence aynen Reha Kapsal'ın çıkardığı gibi 4-5-1 şeklinde çıkmalı. Buraya kadar hiçbir itirazım yok ama takım sahaya çıktığı andan itibaren sıkıntılar başlıyor. En önemli silahı, hücum gücü olan bir takımın, 4-5-1'in bütün nimetlerinde faydalanabilmesi için beklerin sürekli hücum varyasyonlarının içinde olması lazım. Yani takım topu aldığı zaman 4-5-1'in 4-3-3'e dönüşmesi lazım. Peki Reha Kapsal ne yapıyor? İki bekinin de ayaklarına taş bağlayıp, özellikle deplasmanlarda onları defansa hapsediyor. Sonucunda da sadece hücum oyuncularıyla hücum edip, sadece defans oyuncularıyla defans yapmaya çalışan, total futbolu amaçlayan bir taktikle sahaya çıkıp totalin t'sini ortaya koyamayan bir Karşıyaka ortaya çıkıyor. Forvet bir türlü üçlenemediği için 32 yaşındaki Okan, ilerde tek başına iki stoperin arasında sandviç oluyor. Doğal olarak takımın pozisyona girme ihtimali ortadan kalkıyor.

Ayrıca kadro seçiminde de bariz yanlışlıklar var bana göre. Reha hoca belli ki Tisdell'i 90 dakika oynatmayı düşünmüyor. Bence iyi de yapıyor ama ondan maçın yanlış bölümünde faydalanmayı amaçlıyor. Tonia Tisdell, süratinden ve yıpratıcılığından başka meziyeti olmayan bir futbolcu. Siz bu tarz bir adamı takımın yorgun düştüğü ve bir şeyler üretememeye başladığı anlarda oyuna alıp da, ondan kilidi açmasını bekleyemezsiniz. Ancak oyuna onunla başlayıp, 45 dakika boyunca koş, sol kanadı kulvar yap, rakibi yor derseniz, bu görevi pekala yerine getirir. İkinci yarıda da Reha Kapsal'ın yıldız oyuncu fobisi yüzünden oynatmadığı Serdar Sinik'i oyuna sokarsanız, aynı TSYD'deki Çanakkale maçında olduğu gibi rakibi perişan edersiniz. Dünkü maç özelinde dikkatimi çeken bir diğer husus ise Alfred Mfongang hakkında. Alfred ikinci yarıda oyuna girdikten sonra bariz bir şekilde serbest adam olarak oynadı. Orta sahada mı yoksa forvette mi oynadığını anlamak mümkün değildi. Gol makinası lansmanıyla getirilen, ancak bana göre şu haliyle, bu ligde gol atması pek olası gözükmeyen bir adama maç içinde böylesi bir insiyatif verilmesi bence çok ilginç bir karar.

Sonuç olarak, bu takım şu an için potansiyelinin çok altında bir oyun sergiliyor. Bu potansiyeli yaratan insanın bizzat kendisinin bu duruma sebep olması düşündürücü. 9 hafta geride kaldı ve Reha Kapsal, hala kafasındaki sorulara cevap bulamadı; hala arayışta. Bu arayışlar sona ermediği sürece de Karşıyaka istikrarı yakalayamayacak gibi görünüyor.

18 Ekim 2009

Bu akşam, milyarda bir görülen klavye alerjisi yüzünden yazılarına ara veren Stiglitz ile beraber (artık sitem etmesem içimde kalacaktı), Gol Atan Kaleye blog vasıtasıyla Avea'dan kazandığımız biletler sayesinde Rakamla 10'dan 1903'ün ev sahipliğinde Beşiktaş - Kasımpaşa maçını izlemek için İnönü Stadı'ndaydık. Maçı, kanatlarında Yusuf ve Nihat, ön liberosunda da Toraman oynadığı için şişirme toplardan başka bir yolla sahasından çıkamayacağı belli olan Beşiktaş'la, deplasmanda oyunu rakip alana yıkmayı başarmasına rağmen ceza sahası civarında eli ayağına dolaşan Kasımpaşa'nın 3. lig seviyesindeki mücadelesi şeklinde tek bir cümleyle özetlemek mümkün. Bu yüzden uzun uzun bir maç yorumu yapmaya gerek görmüyorum.

Gelelim asıl meseleye. Yıldırım Demirören'e gösterilen tepkiye bugüne kadar televizyondan şahit olabildiğim için olayın vehametini kavrayamamışım. Bütün bir stad, hep bir ağızdan böylesi coşkulu bir tepki gösterirken hala o koltukta oturmak anlaşılabilir bir durum değil. Ya şeref tribünü ses geçirmez camla kaplı ya da Yıldırım Demirören kulaklarına kocaman pamuklar sokmuş. Hala istifa etmemesi için başka bir sebep düşünüyorum; bulamıyorum. Hani yüzsüz diyeceğim ama ondan sonra da ayıp etti oluyoruz. Gel gör ki bence ortada tek bir ayıp var. O da Beşiktaş taraftarına yapılan. Bugün çok iyi anladım onların duygularını. Ortada bunca rezalet var ve bu rezaletin baş aktörü hiçbir şekilde sorumluluğu üzerine almıyor. "Bu kadar insan benden nefret etme noktasına gelmiş. Bir bildikleri vardır herhalde. Galiba hatalı olan benim" diye düşünmez mi bir insan? Artık gözünü nasıl bir hırs bürümüşse, sağlıklı düşünemiyor demek ki. Beşiktaşlı taraftarlar davalarında sonuna kadar haklılar ve yürekten bir desteği de hak ediyorlar. Bu sebeple; yeter Yıldırım Demirören YETER!

 
Meşale Kokusu