-->

23 Ocak 2010



Dün akşam Fenerbahçe - Denizlispor maçını izlerken sızdığımdan bugün epey erken uyandım. Uzun zamandır sabah sayılan saatlerde kalkmıyordum. Güzel bir hafta sonu olacak diye düşünürken, pencereden dışarıya bakmamla moralim tavan yaptı. Bilirsiniz İzmirli bünyelerde karın yarattığı reaksiyon farklı olur. Her İzmirli'nin içinde kar gördüğünde ortaya çıkmayı bekleyen bir çocuk vardır.

Hem yapacak bir işimin olmaması hem de bu havada dışarıya çıkmanın mantık sınırları dışında olması sebebiyle günün neye ayrılacağı hemen belli oldu: Futbol! Bir süre aptal aptal yağan karı izledikten sonra Reader'da biriken 1000+ yazının başına oturdum. Yarısından çoğunu atlamış olsam da öğlene kadar azimle hepsini bitirdim. Okuduğum otuza yakın Jo yazısının hemen hemen hepsinin satın alma opsiyonu üzerine kurgulanmış olmasına rağmen, imza töreninde opsiyonun olmadığını öğrenmemiz ironikti.

Reader'ı sıfırlamamla beraber Yenilsen De Yensen De başladı. Anadolu takımlarının taraftarlarını konuk ettikleri için büyük beklentiyle izledim programı ama tam olarak beklediğimi bulduğumu söylememem. Benim hayalim Anadolu kulüplerine de normal birer kulüp muamelesinin yapılması ve bugüne kadar sanki hep o programda yer bulmuşlarcasına gündemin konuşulmasıydı. Tabii bu sefer onların da gündemini dahil ederek. Ancak, yine Anadolu kulüplerinin taraftarlarına yapılan uzaylı muamelesine yoğunlaşılarak, farkında olmadan aynı muamele yapıldı.



Programın bitişiyle gün boyu sürecek maç maratonuna başladım. Preston North End ve Chelsea arasındaki FA Cup karşılaşması günün ilk maçıydı. Maç klasik bir alt lig - üst lig kupa mücadelesi şeklinde başladı. Chelsea vakit kaybetmeden Preston yarı sahasını parsellerken, Prestonlılar ise mavilerin onlara bıraktığı tek alan olan kendi ceza sahalarının civarına doluştular. Ara sıra kontralarla gol arasalar da topun Chelsea'de olduğu her an topluca topun arkasına geçtiler. Ta ki 37. dakikaya kadar. Bu dakikada Prestonlılar bir anlık gafletle top yekün ileri çıkınca Anelka kontradan kilidi açan isim oldu. Bu golün hemen ardından Preston'ın yakaladığı fırsatta Darren Carter altıpastan Guiza vari bir vuruş yapınca devre arasına 1-0 ile gidildi. 2. yarının hemen başında Sturridge ile ikiyi bulan Chelsea turu cebine koyarken maçın zaten çok az olan heyecanını sona erdirmiş oldu. Bu dakikadan sonra rutine bağlanan maça 80'e kadar takılıp Almanya semalarına geçtim.



Bu hafta sonu daha çok maç izleyeceğiz ama hiçbirinin Werder Bremen - Bayern Munich maçından daha zevkli geçeceğine pek ihtimal veremiyorum. 90 dakika düşmeyen tempo ve en az 15 tane yüzde yüzlük gol pozisyonu... Almanya ligi zevksiz yae anlayışına selam eden bir mücadele oldu. 3-2'lik skor ilk bakışta denk bir mücadele olmuş izlenimi verse de Bayern'in bariz bir üstünlüğü vardı. Maç boyunca bir çok pozisyon harcayacak olan Robben bunlardan ilkini yakaladığında, Werder Bremen'li oyuncular daha maça başlayamamışlardı bile. Bayern bir an önce ilk darbeyi indirmeye çalışıyordu ki o ana kadar top oynamaya gelmiş gibi görünen tek Bremen'li Hunt, orta sahadan kendi çıkardığı topla Marin'in pasında ceza sahasının sol çaprazında tekrar buluştu ve sert bir vuruşla skoru 1-0 yaptı. Bu gol Bremen'in biraz rahatlamasını ve maça dahil olmasını sağlar diyordum ki beni yanıltarak iyiden iyiye sanki deplasman takımı onlarmış gibi oynamaya başladılar. Bayern ise adeta hiçbir şey olmamış gibi oynamaya devam etti ve önce 25'te Müller ile sonra da 36'da Olic'le ödüllerini aldılar. İki golün arasında üç tane de net pozisyon harcadılar. Böylece 5 olacak maçın ilk yarısı 2-1 bitti. Bu arada 42'de hakem, bariz gol şansında Müller'i düşüren Bremen kalecisi Wiese'yi oyundan atmayarak Bremen'in oyunda kalmasını sağladı.

İkinci yarıda ise daha derli toplu bir Bremen vardı ama gol pozisyonlarını cömertçe harcayan taraf yine Bayern'di. 70'de bir arkadaşım aradı. Daha gol olur mu maçta diye sordu. Bayern kesin atar bir tane daha, az kaldı dedim. 3 dakika sonra bütün maç yatan Mesut'un ortasında Almeida ile golün eşiğine gelen taraf ise Bremen oldu. Bu pozisyondan iki dakika sonra 75'te de yine Almeida ile fileleri sarsmayı başardılar ve durum 2-2'ye geldi. Ne var ki Bayern'in bu maçta puan kaybetmeyi hiç niyeti yoktu. Aynı ilk yedikleri golden sonraki gibi kaldıkları yerden devam ettiler. 3 dakika sonra da bütün maç gol kaçırma rekorları kıran Robben'in skoru belirleyen inanılmaz frikik golü geldi. Golden sonra Van Gaal'le yaşadıkları sevinç kesinlikle görülmeye değerdi. Van Gaal'i böyle görmek biraz sürpriz oldu. Kalan sürede Bremen bir gol daha bulsa da hakem hatalı bir ofsayt kararıyla golü iptal etti. Bir nevi verilmeyen kırmızı kartın diyeti gibiydi. Zaten açıkçası Bremen bu maçtan puan alsa yazık olurdu.

Sıradaki maçın Tottenham - Leeds United olmasını planlıyordum ama Bayern maçının gazıyla Almanya ligine bir şans daha verip Dortmund - Hamburg maçında karar kıldım. Ancak kısmet olmadı. Maçın hemen başında kapanmaya başlayan gözlerim açıldığında Valladolid, Barcelona kalesine yükleniyordu. Bu işte bir tuhaflık var, herhalde uyku sersemliği dememe kalmadan Barcelona iki dakikada iki golle işi bitirdi. İlk yarının geri kalanında Valladolid, Barcelona'nın ortalama bir rakibine göre daha etkin oynasa da maç genel olarak al Xavi sen oyna, yok Iniesta'cım buyur sen oyna, o zaman verelim Messi'ye o takılsın kıvamına geldiği için ufaktan Juventus - Roma maçına geçiyor ve haddinden fazla uzayan bu yazıyı da artık burada noktalıyorum. Kar yağışının hiç kimse için çile anlamına gelmediği bir İstanbul dileğiyle...

0 yorum:

 
Meşale Kokusu