-->

29 Mart 2010


Kötü stad, daha da kötü tribün, kötüden öte orta saha ve hepsinden daha kötü bir sonuç... Maçın skorunu Galatasaray bazlı faktörler ekseninde sebeplendirmek istersek bu cümle her şeyi açıklamaya yetiyor.

Kötü staddan başlayalım. Fenerbahçe'nin derbiyi evinde mütemadiyen kazanmasının, deplasmanda ise ortaya belirgin bir seri çıkmamasının sebebini, bugün ilk defa gittiğim Ali Sami Yen'e ayak bastığım anda anladım. Derbinin iki ayağına da canlı tanıklık edince iki resim arasındaki yedi fark bir anda ortaya çıkıyor. Lakabı istediği kadar cehennem olsun, bu stadda rakibi baskı altına almak epey meşakkatli bir iş. Kadıköy'deki 5000 kişinin bağırmasını yeterli kılan, fazlasını ekstraya yazan akustiğe ve sahanın üzerine yıkılacakmış gibi görünen, gök yüzünden başka herhangi bir şeyin görünmesini engelleyerek bir nevi klostrofobi oluşturan dik tribünlere alışmış bir futbolcunun bu stadda baskı hissetmesi çok zor.

Gelelim stadın şekilsizliği yüzünden fiziki, bugün çözmeye vakıf olamadığım bir sebepten ise ruhani kopukluk yaşayan tribünlere. Dört tribünün dördünün de ayrı telden çaldığı, ayrıca herbirinin de maçtan apayrı bir dünyada takıldığı bir ortam vardı. Futbolcular tribüne çağırıldı, Özhan Canaydın'a layıkıyla bir uğurlama yapıldı, Fenerbahçeli futbolcular Canaydın pankartı sebebiyle alkışlandı ve Galatasaray taraftarı adeta yapılacaklar listesini tamamlamışcasına maçın defterini kapattı. Maçın başından sonuna kadar, nadir anlık patlamalar haricinde oyuna müdahale etmeye çalışmadılar bile.

Genel resim bu şekilde tezahür edince, Fenerbahçe maça beklenmedik bir rahatlıkla başladı. Hem de daha ilk dakikadaki yürekleri ağıza getiren pozisyona rağmen. Daha beş dakika geçmeden anlaşıldı ki bu akşam Fenerbahçe orta alanı santim santim parselleyecekti. Galatasaray'ın, Alex'i marke ediyormuş gibi yapmaktan yanından geçen topu es geçen, ne hücumu ne de oldukça başarısız olduğu tek adama yapışma görevi dışında defansı düşünen Mehmet Topal'ı saymazsak, balonunun sönmesi bir sezon bile sürmeyen Mustafa Sarp ve yalnız ve güzel insan Elano'dan oluşan orta sahasına, Fenerbahçe, Selçuk, Mehmet Topuz, Alex ve her fırsatta içeriye kaçan Özer'le karşılık verdi. 4'e 2! Böylece Galatasaray'a yaşam alanı olarak sadece kanatlar kaldı. Bu aslında, Keita varken alınması riskli bir karardı ama kademede başarı sağlanınca amaca ulaşılmış oldu. Hatta Keita'nın solda başlamasına rağmen daha henüz maçın başında, Özer'e göre çok daha defansif bir oyuncu olan Vederson'un kanadına geçmesi de Fenerbahçe'nin ekmeğine yağ sürdü. Sakat orta saha yapısı yüzünden Galatasaray taviz vermek zorundaydı ve bunu Selçuk'u boş bırakmak vasıtasıyla yapmayı seçtiler. Selçuk da bu ikramı geri çevirmeyerek özellikle ilk 45 dakikada belkide hayatının en yüksek isabetli pas yüzdesine ulaştı. İlk top kaybını, 30. dakikada Mustafa Sarp'ın "arada şu adama da biraz basalım bari" demesi sonucu yaptı. Orta alanın Fenerbahçe adına kağıt üstünde en zayıf ismi bile bu kadar rahat bir oyun sergileme şansı bulunca, kafalarda oluşan soru, bu Galatasaray ne ara oyuna hakim olacak da gidip gol arayacak oldu.

Nitekim Galatasaray'ın gol arayışları üç kişilik çabanın ötesine geçemedi. Jo, Lugano'yla Bilica'nın arasında eriyip gidince, Gio ve Keita bireysel çabalarıyla top taşımayı başarsalar bile taşıdıklarıyla kaldılar. Ara sıra Sabri kendini gösterir gibi olsa da öbür bekteki Caner o kadar yararsız, hatta zararlı oynadı ki bek katkısı bakımından Sabri'nin kısıtlı çabasını da nötrlemiş oldu. Nihayetinde ilk yarı itibariyle ortaya, deplasmanda olmasına rağmen oyuna büyük oranda hakim olan, bir türlü toplu halde çıkamayan rakibine karşı oyunu rahatlıkla rölantiye alabilen, çok da fazla riske girmeyen, beraberliğe razı ve bu rızasına ulaşması oldukça kolay görünen bir Fenerbahçe çıktı.

Kadrolarda ve oyun anlayışlarında bir değişiklik olmayınca ikinci yarı da benzer bir manzarada başladı. Topal'ı çıkış tünelinin ucunda görmeyeceğimizi düşünüyordum aslında ama Rijkaard, kümenin etkisiz elemanına 12 dakika daha tahammül etmeyi tercih etti. 57'de çıktığında ise onun geç çıkışından daha da yanlış bir kararla, Arda fiziki olarak hiç hazır olmadığı bir mücadelenin içine konuldu. Ayağı da uğurlu geldi ama Gio'nun rahat pozisyondaki vuruşunda top direğin yanından dışarıya giderken kasvet dakikaları da başlıyordu. Çok geçmeden bütün maç bomboş dolaşan Selçuk, boşluktan istifade kaleye de vurabileceğini hatırladı ve tabiri caizse uzaydan vurduğu top, Leo Franco'nun basiretsiz çabasını alt ederek filelerle buluştu. Bu dakikadan sonra maçın terse dönmesi neredeyse imkansızdı. Zaten içinde bulunduğum Galatasaray tribününe de umutsuzluk havası inanılmaz bir hızla yayıldı. Gelecek senenin planını yapmaya başlayan mı ararsın, Leo Franco'nun üzerine oynayıp bari bunu son maçı yapalım uğraşında olan mı? Nihayetinde 90+'da bile takımına inanmayan bir tribün ve gol atabileceğine inanmayan bir takım ortaya çıktı. Bu ortamda Fenerbahçe'nin maçı yalandan da olsa oley sesleri arasında bitirmesi ve yarım koyup üç alarak rakibinin sezonunu büyük ölçüde bitirmesi sürpriz olmadı.

2 yorum:

aksilaz dedi ki...

Güzel bir yazı, çok güzel bir gözlem tebrikler.

Adsız dedi ki...

bu yazıyı yazmışsınız ama yazdıktan sonra okudunuz mu ben ne yazdım acaba diye?

öyle bir anlatmışsınız ki galatasaray'ı ve fenerbahçe'yi, okuyan galatasaray'ı dünyanın en iğrenç takımı, fenerbahçe'yi de o takım karşısında kafasına göre takılan ipi kuşağına denk adamlar topluluğu sanır. evet, bu maç özelinde konuşacaksak belki de öyledir lakin öyle ise eğer, yani sizin anlattığınıza göreyse, "fenerbahçe beraberliğe razı" ne demek? galatasaray o kadar kötü o kadar kötü ama fenerbahçe beraberliğe razı öyle mi?

yazı saçma o ayrı, ama sanırım maçı da seyretmemişsiniz siz. en azından maçın özetini seyretme imkanınız varsa bir bakın bakalım fenerbahçe attığı gol dahil ataklarını kaç adamla, galatasaray kaç adamla yapmış?

siz galatasaraylılar hep aynısınız. tamam anladık, at gözlüklerinizi çok seviyorsunuz ve çıkartmaya da pek niyetiniz yok. ama bari arada bir silin temizleyin bence onları. en azından daha az saçmalamış olursunuz.

 
Meşale Kokusu