-->

7 Nisan 2010


Bugün birisi çıkıp da size, Barcelona'yı yenmenin formülünü buldum, şu kadara da satarım derse hiç çekinmeden meşe odununu beline beline verin. Yok çünkü öyle bir formül. Ancak çok şanslı gününüzde olacaksınız, top sizi isteyecek, rüzgar deniz tarafındaki kaleden esecek, kabotaj bayramının verdiği şevkle falan oynayacaksınız ki hasbelkader yenesiniz. Yoksa formül falan hikaye oğlu hikaye. Kuantum fiziğinden ilham alsanız bile Messi çıkıp 4 tane salladığında ne yapabilirsiniz ki?

Arsenal, Barcelona'ya en yakın futbolu oynayan takım dedik, belki kafa tutarlar dedik ama nafile. Ne de olsa en iyi iki diye bir şey yok bu hayatta. İşimize gelmediği zamanlarda itiraf edemesek de her konuda sadece bir en iyi var. En iyinin karşısına, en iyi olduğu konuda kafa tutmaya çalışarak çıkmak da öngörülenin aksine avantaj değil dezavantajmış.

FourFourTwo'nun bu ayki sayısında Gerard Pique'nin şöyle bir açıklaması var: "Savunmadayken ya da hücumdayken sürekli topla oynuyoruz. Real Madridliler ise topu kazanabilmek için çaba harcıyorlar." İşte Barcelona'yla salt Real Madrid değil, bütün diğer takımlar arasındaki farkı anlatan cümle budur. İsteseniz bile topa onlar gibi hakim olamazsınız.

En önemli özelliği topa "Barcelona gibi" hakim olmak olan bir takımın da bu şartlar altında başka türlü şeyler denemesi gerekiyordu ancak Fabregas, Arshavin, Gallas ve Van Persie gibi eksikleri varken Arsenal'in çok da bir opsiyonu yoktu. Bütün umutlarını hamlesi yavaş bir santraforun sırtına yükleyip Camp Nou'ya çıkmak zorunda kaldılar. Sonuç hüsran oldu tabii.

Frank Lampard, 2008'de Saraçoğlu'nda, 3-2 biten çeyrek final ilk maçından sonra bu skor Stamford Bridge'de hiçbir takıma yetmez demişti. O zamanın Chelsea'si için oldukça doğru bir önermeydi ve haklı da çıkmıştı. Günümüzde ise böyle bir iddiayı savunabilecek tek takım Barcelona bence. Hatta üçe, bir avans ekleyip dört bile diyebilirler. Şu aralar iki maçlı eliminasyon sisteminde, bir takımın Barcelona'yı elemesi mucizelere bağlı. Açıkçası "Special One" önderliğindeki Inter'in bile bu mucizeyi gerçekleştirebileceğine pek ihtimal vermiyorum. 20 Nisan'da çok zorlu bir 90 dakika bekliyor Mourinho'yu. Takımının karşısında, maçın son düdüğü çaldığında Giuseppe Meazza'yı balkabağına dönüştürmeye niyetli 11 bölüm sonu canavarı olacak.

Düzeltme: Dalgınlıkla 2-1'lik maç sonucunu 3-2 olarak hatırlamışım. Düzeltme için barkinturan'a teşekkürler.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Saraçoğlu'nda Chelsea ile oynadığımız çeyrek final ilk maçı 2-1 bitmemiş miydi?

 
Meşale Kokusu