-->

4 Mayıs 2010


Takım sporlarında, Avrupa'da sezonun en büyük sürprizine imza atan, mucizenin -Belgrad hali Partizan’da Final Four hazırlıkları tamam. Pionir’de Maccabi’yi, 20.000 kişilik orduyla deviren Sırplar’ın arkasında bu sefer çok daha fazla insan var. Paris’in Bercy salonunda taraftar desteğini daha az hissedecekler ama mucizenin dayanılmaz hafifliğine kapılan bütün basketbolseverlerin kalbi de onlarla birlikte atacak.

Efes Pilsen’in 2000’de Asvel’le oynadığı, yürek hoplatan serinin ardından Selanik’teki Final Four’a gidişinin üzerinden tam 10 yıl geçti. Efes Pilsen, bir maç sonra Avrupa’nın en büyüğü olacak Panathinaikos’a yarı finalde yenilmesine rağmen üçüncülük maçında Barcelona’yı devirerek teselli bulmuştu. Güzel günlerdi... O zamandan beri ne Efes Pilsen ne de başka bir Türk takımı bu başarıyı tekrarlayamadı. Kronik Türk istikrarsızlığını bile aratacak istikrarlı bir başarısızlık dönemine girdik. Ne var ki bu sefer yalnız değildik. Bu yıla gelene kadar geçen dokuz sezonda yalnızca beş ülke Final Four’a takım gönderebildi: İspanya, İtalya, İsrail, Rusya ve Yunanistan. Basketbolu zekâyla oynama hususunda zirvede bulunan ve hemen her sene dünya basketboluna bir süper yıldız armağan eden Yugoslav ekolü ülkeler bile bize eşlik ettiler. Vaziyetin sebepleri, özellikle bizimle ilgili olanlar bambaşka bir yazının, hatta yazı dizisinin konusu olur. O yüzden bu konuyu şimdilik rafa kaldırıp bu seneki Final Four’un ve onu özel kılan takımın hikâyesine dönelim.

Bu sene Paris’te yer alacak takımların hikâyeleri farklı kalemlerden ve farklı bakış açılarından sayısız kez yazılacak. Birçoğu finalin maç saati sıfırlandığında topu çemberden daha çok geçirmiş olana övgülerle dolu olacak ancak bana göre herkesin hikâyesinde, maçların sonundaki akibetleri ne olursa olsun başrolde yer alması gereken bir takım var: O da tabii ki Partizan. Beş ligin hegemonyasını, mütevazı ve bir o kadar da genç kadrolarına rağmen yıkarak Final Four biletini ceplerine koydular.

Sezon Sancılı Başladı

İmkansız görüneni başaran kadro galibiyet için kenetlenirken.

Dusko Vujosevic yönetimindeki Partizan, yolculuğa okulun pek de popüler olmayan, servis araçlarının ön koltuklarında oturan öğrencileri misali başladı. Sıradan görüntüleriyle kimsenin dikkatini çekmiyorlardı ancak sezon sonunda arkayı dörtleyenlerden biri olduklarında artık herkesin dilindeydiler.

Sezona Efes Pilsen’in de bulunduğu grupta, dört maçta yalnızca bir galibiyetle başladıklarında doğal olarak Top 16’ya bile kalamayacakları düşünülüyordu ancak Olympiacos’a karşı evlerinde oynadıkları beşinci maç kaderlerini yeniden yazdı. 26 Kasım’daki bu maçı da içine alan bir buçuk ayda ilk olarak bir darbe de grup lideri Unicaja Malaga’ya vurdular ve toplamda altı maçta dört galibiyet alarak grubu 3. sırada tamamlamayı başardılar. Bu dönemden bahsederken Aleks Maric için bir parantez açmamak olmaz. Birkaç ay öncesine kadar neredeyse kimsenin haberdar olmadığı, Euroleague’de ilk sezonunu geçiren Sırp asıllı Avustralyalı pivot aralık ayında tozu dumana kattı. İki defa haftanın MVP’si seçildiği ayı, 22 sayı ve 11,6 ribaunt ortalamalarıyla tamamladı. Doğal olarak aralık ayı bittiğinde ayın MVP’sinin karşısında da onun ismi yazıyordu.

Top 16’da Ölüm Grubu

Kecman ve Rasic, Barcelona galibiyetini kutluyor.

Ne var ki ocakta peri masalının sona erme ihtimali belirdi. Barcelona, Panathinaikos ve Maroussi’nin bulunduğu ölüm grubuna düşmüşler ve buralara kadar gelmelerini sağlayan Aleks Maric’i sakatlık yüzünden kaybetmişlerdi. Yunanistan’daki ilk maça, son şampiyonun evine giderlerken akıllarında tek düşünce vardı: İyi savunma yaparsak bir şansımız olabilir. Maçın başında evdeki hesap çarşıya uymadı. Yunan ekibi, Partizan potasına daha ilk yarıdan 42 sayı bıraktı ancak ne olduysa ikinci devrenin başlamasıyla oldu. Sırplar koca bir ikinci yarı yalnızca 17 sayı yediler ve 64-59’luk skorla OAKA’dan sezonun en büyük sürprizine imza atarak ayrıldılar. Maric’in eksikliğini hücumda 13 sayı atan 1990 doğumlu Jan Vesely, savunmada ise 4 blokla oynayan 2.29’luk Slavko Vranes kapatıyordu.

Ama görüp görebileceklerimiz sadece bu maçta yaşananlardan ibaret değildi; dahası da vardı. İkinci maçta rakip, sezonun tek namağlup takımı Barcelona’ydı. Partizan, her baskete gol kadar sevinen, ateşli deyip geçersek ayıp edeceğimiz, en iyisini bir acayip topluluk diyerek tanımlamaya çalışmaktan vazgeçerek yapacağımız taraftarı önünde maça 10-0’la başlıyor ve olacaklar hakkında sağlam ipuçları veriyordu. Kolay teslim olmaya hiç niyeti olmayan Barcelona toparlansa da maçı ancak uzatmaya taşıyabiliyor, sonunda sezonun ilk mağlubiyetine razı oluyordu. Bu iki galibiyetle kapıyı ardına kadar açan Partizan’a kalan maçlarda aldığı tek galibiyet, Barcelona’nın diğer bütün maçlarını kazanmasının da yardımıyla yeterli oldu ve kendilerini son şampiyonu saf dışı etmiş bir şekilde Playoff’ta buldular.

Son Kurban Maccabi

Pionir'de artık klasikleşen maç öncesi şovlardan birisi.

Playoff’ta rakip, bir sene ayrı kaldığı Final Four’a geri dönmek isteyen Maccabi Electra’ydı ancak gafletleri, isteklerine ağır bastı. Evlerinde 21 sayı öne geçtikleri ilk maçı 9’da 7 gibi insanüstü bir üçlük performansı sergileyen, bir zamanlar bu topraklara da uğrayıp aradığını bulamayan Dusan Kecman’ı durduramayarak Partizan’a teslim ettiklerinde ev sahibi avantajından çok daha fazlasını kaybettiler. İkinci maçı 20 sayı farkla kazansalar da Belgrad’da başlarına gelecekleri henüz bilmiyorlardı. 30 Mart ve 1 Nisan tarihlerindeki iki maçta Pionir’e toplanan güruh kadar etkili, istekli ve ne yaptığını bilen taraftar kitlesi basketbol tarihinde daha önce görülmüş müdür ya da bir daha görülür mü? Bu soruya, evet cevabı vermek hayli zor; böylesi bir ortamdan galibiyet çıkarmak daha da zor. Zaten çıkmadı da ve Partizan, 12 yıl sonra Final Four’a döndü. Bu iki maçta öne çıkan isim ise geçen yıl Mersin Büyükşehir Belediyesi’nde forma giyen Bo McCalebb’di (18 ve 19 sayı).

Artık önlerinde yalnızca iki maç var. 1992’de İstanbul’da elde ettikleri Avrupa’nın En Büyüğü unvanına yeniden ulaşma şansına sahipler. 7 Mayıs’taki ilk maç peri masalını başlatan galibiyeti aldıkları Olympiacos’a karşı. Kazanırlarsa finalde Barcelona – CSKA maçının galibi onları bekliyor olacak. Tabii ki Final Four, sıradan grup maçlarına benzemez. Bu sefer işleri çok daha zor. Normal olan, sessiz sedasız dördüncü olup şimdiye kadar yaptıklarıyla hatırlanmaları ama spora romantizm penceresinden bakabilenlerin tek bir arzusu var: Basketbolun gelenek ve kültüre dayandığını, 12 cesur yüreğin milyonlarca dolardan her zaman daha değerli olduğunu, cesaretli ve azimli olursanız ve de en önemlisi bu oyunu sadece oyunun kendisini sevdiğiniz için oynarsanız imkânsızın farazi bir kavrama dönüştüğünü kanıtlayanların şampiyonluğa ve unutulmaz mertebesine ulaşmasına şahit olmak.

0 yorum:

 
Meşale Kokusu