-->

1 Nisan 2010

AVEA sponsorluğunda Fenerbahçe - Kayserispor maçına üç adet Türk Telekom Tribünü bileti veriyoruz. İlk bileti kazanan belli oldu. Geriye kaldı iki tane. Onlar için de soru aşağıda.


2. Soru
2010 FIBA Dünya Şampiyonası'nın bugün tanıtımı yapılan Giant Get-Together (Dev Buluşma) adlı reklam kampanyasında rol alan basketbolculardan yedisinin ismi nedir? Hepsini yazmanıza gerek yok. 7 tane isim yeterli.


İlk cevap veren iki kişi biletlerin sahibi olacak. Cevapları, yorum olarak iletişim bilgilerinizi paylaşmadan gönderiniz.


Kazananlar erkan ve memduh95 oldu. Kendilerini de tebrik ediyor ve iletişim bilgilerini rica ediyoruz.

AVEA sponsorluğunda Fenerbahçe - Kayserispor maçına üç adet Türk Telekom Tribünü bileti veriyoruz. İlk bilet için soru aşağıda. En hızlı cevaplayan, biletin sahibi olacak. Akşam iki bilet daha vereceğiz. Gün içinde blogu yoklamanızı öneririz.

Soru:
1979'dan beri Ivy League (sarmaşık ligi) okulları NCAA'de son 16'ya kalmayı başaramıyordu. Bu sene hangi okul bu geleneği kırarak adını son 16'ya yazdırdı?

Cevapları, iletişim bilgilerinizi paylaşmadan yorum olarak gönderiniz.

Bileti Mert Erarslan kazanmıştır. Kendisini tebrik ediyor ve iletişim bilgilerini rica ediyoruz.


Dün öglen saatlerinde, kulübümüzün düzenlediği toplantıyla Fenerbahçe Acıbadem'in sezonu namağlup bitirmesinden, İndesit Şampiyonlar Liginde Final Four'a kalmasından, başarının şampiyonlukla taçlandırılmasından bahsedildi. Fakat çok önemli bir konu es mi geçildi, yoksa organizasyon konusunda kulübümüz yeterli özeni göstermedi mi takdiri size bırakıyorum. Bayan voleybol takımı tarihimizde belki de başka branşlarda hayal olan bir başarıya imza atmaya odaklanmışken bizler bu başarıya şahit olamayacağız gibi gözüküyor. Neden mi? Final Four'un ilk maçı olan Cannes maçı cumartesi yerel saat ile 16.00'da, ülkemizde 17.00'de. Burada bir sıkıntı yok. Bu maç kaybelirse de bir problem olmayacak. Buraya kadar her şey yolunda fakat toplantıda verilen diğer bir mesajda takımın ilk maçı kazanmasının sürpriz olmadığı, hatta favori olduğumuz dile getirildi. Problem de tam burada başlıyor işte. Nasıl mı? O zaman maçı kazandığımızı düşünerek başlayalım ve finale kaldık diyelim. Final maçı, Pazar yerel saat ile 17:30'da. Yani Türkiye'de 18:30'da. Saat 19:00'da da Kayserispor maçı olduğuna göre, Fenerbahçe seyircisi yapılan hatalı organizasyon yüzünden iki maçtan birini seçmek zorunda bırakılıcak. Şu an sorumlusunun kim olduğunu bilmiyoruz. Bu yüzden yönetimi de direk suçlamak istemiyorum ama Futbol Federasyonu'yla konuşulmadığını, Kayserispor maçının pazartesi ya da cumartesi oynanması konusunda bir teklif yapılmadığını açıklarlarsa yönetim bunun hesabını taraftara zor verir. Diğer bir yandan yönetimimiz girişimde bulunup da Federasyon, değerlendirmesini bu yönde yaptıysa da Fenerbahçe kulübüne ve seyircisine yapılmış bir haksızlık var demektir. Bunun da hesabını taraftar federasyona sorar.

İki büyük organizasyonun birlikte yürütülüp de seyircilerin izlemesine mani olunmayabileceğinin en açık örneğine bu hafta şahit olduk. Barcelona ve Real Madrid, Euroleague play off maçlarını salı ve perşembe oynarken Barcelona futbol takımı Şampiyonlar Ligi'nde çarşamba oynadı. Tesadüfen gelişmemiş bir olay olduğu aşikar. Adamlar Avrupa'nın 1. ve 2. sıradaki spor organizasyonlarını çakıştırmıyor. Sen tarihinde ilk defa ulaşabileceğin başarıyı organize edemiyorsun. Demek ki sen onlar kadar çalışmıyorsun ya da beceremiyorsun.

Acil olarak yönetimizden ya da federasyon tarafından bir açıklama yapılmalıdır. Sorumlularına da en ağır şekilde tavır konulmalıdır.


Dün CBS Sports'ta çıkan bir habere göre LeBron James, bu yaz Türkiye'ye uğramayacak. Kendisi için çok önemli bir dönemmiş, çok yoğun olacakmış, sakin kafayla oturup kararlar alması gerekiyormuş, miş muş... Kısaca, şu an belirsiz ama büyük ihtimal şampiyonaya katılamayacağım, demiş. ABD basketbolunun direktörü Jerry Colangelo da Türkiye'ye gelmezse, Londra Olimpiyatları'na da gelemez, diyerek gidere gider yapmış.

Bana biraz naz yapıyor gibi geldi. Sanki yalvarılmak istiyor ama orada o kadar adam varken kim LeBron'un peşine takılıp da ağabey lütfen gel, sensiz halimiz nice olur der bilemiyorum tabii. En fazla David Stern veya Colangelo ile hadi abisi topla bavullarını gidiyorsun yoksa şöyle böyle olur şeklinde bir konuşma yaşarlar.

Yalnız olayın yaprak dökümüne dönüşebileceğini işaret eden şöyle de sağlam kaynaklı bir söylenti var: "LeBron kesin, Wade de büyük ihtimalle yok."


Partizan - Maccabi Tel Aviv karşılaşmasını bir kenara bırakırsak, ev sahibi takımlar için gerçekten de çok zorlu bir akşam olacak. Çünkü Asseco Prokom, Caja Laboral ve Real Madrid, seriyi rakip sahaya taşıyabilmek için mücadele edecekler. Bu takımların üçü de serilerde 2-1 gerideler. Maccabi de 2-1 geride ama onların durumuna daha sonra bakacağız.

Prokom, Caja Laboral ve Real Madrid için gerçekten de rakiplerini devirmek ve final four umutlarını sürdürmek hiç de kolay olmayacak. Çünkü Prokom ile Caja Laboral 2-0’dan geldiler ve üçüncü maçlarda çok ciddi efor sarf ettiler. Ben özellikle Caja Laboral’ın bu kadar kolay teslim olmayacağını ve 4.maçı da kazanarak seriyi Rusya’ya taşıtacağını düşünüyorum. Asseco Prokom ise üçüncü maçı kazanmasının dışında serinin ilk maçında da müthiş bir mücadele örneği sergiledi ve görevini de fazlasıyla yaptı.

Regal Barcelona, Real Madrid karşısında öyle bir üçüncü maç oynadı ki “Herşey yalan bu gerçek” tadındaydı. Üç maç geride kaldı ve Regal Barcelona’nın artık oyun dışında psikolojik olarak da çok ciddi avantajı bulunuyor.

Maccabi Tel Aviv’in 20.000’in üzerinde seyircisi olan Partizan karşısında alacağı galibiyet seriyi kendi evine getirmeyi sağlayacak. Ancak okuduğum ve izlediğim kadarıyla Pini Gershon ile oyuncular, işlerinin ne kadar zor olduğunun bilincindeler. Favori Partizan olarak gözükse de Maccabi, yumurta kapıya dayandığı zaman rüzgarı arkasına almayı iyi biliyor. Yine keyifli bir Euroleague gecesi bizleri bekliyor.

31 Mart 2010


Euroleague çeyrek finalinde üçüncü maçlar kalite olarak üst düzeyde olmasa da sonuç bazında şaşırtıcıydı. Regal Barcelona’nın serinin ilk maçında kazandığı Real Madrid mücadelesinde bile bu kadar dominant bir performans sergilememesi dikkat çekiciydi. Kaldı ki Regal Barcelona musluğu sıktığı zaman şartlar ne olursa olsun her rakibe kafa tutabileceğini bir kez daha gösterdi.

Bir diğer İspanyol temsilci Caja Laboral belki de gecenin en dikkat çeken sonuçlarından birine imza attı. Çünkü Moskova’da oynanan her iki maçta da rakibine farklı skorlarla kaybeden İspanyol ekibi, bu kez 13 sayılık galibiyetle kolay teslim olmayacağının sinyallerini verdi.

Asseco Prokom da aynı Caja Laboral gibi son bir atak yaparak Olympiacos’u Polonya’da geçmeyi bildi. Belki de Polonya temsilcisi, serinin ilk maçını hedef olarak seçmiş ve Yunanistan'da rakibini zor duruma sokmuştu. Ancak ben yine de Olympiacos’un rakibine üstünlük sağlayacağını düşünüyorum.

Partizan, beklendiği gibi Maccabi Tel Aviv’i seyircisi ile çok zorladı ve final four yolunda büyük bir adım attı. Her ne kadar Pini Gershon, maç sonu yaptığı basın toplantısında seyirciden etkilenmedik dese de, yapılan top kayıpları ve verilen hücum ribaundları gerçeğin hiç de söylediği gibi olmadığının bir göstergesiydi.

30 Mart 2010


Euroleague çeyrek final karşılaşmaları bu akşam oynanacak. Olympiacos ile CSKA Moskova bu akşamki maçları kazanmaları durumunda Paris’te düzenlenecek olan Final Four’a katılma hakkını elde edecekler. Daha önce Euroleague ile Suproleague’in birbirinden ayrıldığı dönemlerde bu 5 maçlık sistem Euroleague’de denenmiş ve gerçekten de büyük ilgi görmüştü. Şimdi yeniden bu heyecanın yaşanması özellikle Avrupa basketbolunu sevenler için gerçekten büyük nimet. Kimlerin bu akşam daha şanslı olduğunu, kimlerin dişini daha fazla sıkması gerektiğini dün ele almıştık.

Son haberlere baktığımızda da fazla değişen bir şey yok gibi gözüküyor. Spormax ekranlarında bugün 20:30’da Caja Laboral – CSKA Moskova ve 22:45’te de Real Madrid – Regal Barcelona karşılaşmalarını naklen izleyebilirsiniz.

Asseco Prokom – Olympiacos yada Partizan – Maccabi Tel Aviv maçlarını izlemek isteyenler de internetin nimetlerinden, biraz kurcalayarak yararlanabilirler.

29 Mart 2010


Euroleague’de çeyrek final üçüncü maçları yarın oynanacak. Olympiacos ile CSKA Moskova, serilerde 2-0 önde oldukları için diğer dört takıma oranla daha rahat durumdalar. Kaldı ki bu iki takımın rakibi Asseco Prokom ile Caja Laboral’ın maç kazansalar dahi seriyi çevirebilecek güçleri pek yok gibi gözüküyor…

Elbette bu işler belli olmaz ama Real Madrid - Regal Barcelona ile Partizan - Maccabi Tel Aviv serileri büyük heyecana sahne olacak. İki İspanyol ekibinin karşı karşıya geleceği karşılaşma kuşkusuz yine son saniyeye kadar izleyenlere basketbol ziyafeti sunacak. Bu mücadelenin bir diğer önemli özelliği de Messina’nın öğrencilerinin kendi evinde nasıl bir performans sergileyeceği. Açıkçası üçüncü maçta benim favorim Real Madrid. Ama nedense final four’a Regal Barcelona gidecek diye içimde de bir his var. Belki de sezon boyunca Katalan ekibinin göstermiş olduğu performanstan dolayı böyle düşünüyorum ama bir gerçek daha var ki şuan Real Madrid rakibine oranla daha formda gözüküyor…

Yarın oynanacak bir diğer çeyrek final eşleşmesinde Maccabi Tel Aviv, ilk maçta kendi evinde kaybettiği avantajı geri getirmek için Partizan ile karşılaşacak. Okuduğum haberlere göre Partizan’ın 24.000 biletinin tamamı tükenmiş. Yani Maccabi için yarın akşam çok zorlu bir atmosfer söz konusu olacak. Bu konuyla ilgili Başkan Şimon Mizrahi soğukkanlılığını koruyarak havaalanında bir açıklama yapmış; “Oyuncularımız zafer duygusu ile bu maça çıkacaklar. 24.000 seyircinin olacağı söyleniliyor. Şiddet olmadığı sürece biz etkilenmeyeceğiz.”

Bir not daha vermek gerekirse, Maccabi’de asistan coach Sharon Drucker da boş salonda oynamak yerine çılgın taraftarların kendilerini daha fazla motive edeceğini söylemiş…

Partizan zaten Top 16’ya kalarak ve adını çeyrek finale yazdırarak bu yılın en önemli hikayelerinden birini yazdı. Eğer kendi evinde oynayacağı iki maçı da kazanırsa işte o zaman bu hikaye daha evrensel bir boyut kazanır.


Kötü stad, daha da kötü tribün, kötüden öte orta saha ve hepsinden daha kötü bir sonuç... Maçın skorunu Galatasaray bazlı faktörler ekseninde sebeplendirmek istersek bu cümle her şeyi açıklamaya yetiyor.

Kötü staddan başlayalım. Fenerbahçe'nin derbiyi evinde mütemadiyen kazanmasının, deplasmanda ise ortaya belirgin bir seri çıkmamasının sebebini, bugün ilk defa gittiğim Ali Sami Yen'e ayak bastığım anda anladım. Derbinin iki ayağına da canlı tanıklık edince iki resim arasındaki yedi fark bir anda ortaya çıkıyor. Lakabı istediği kadar cehennem olsun, bu stadda rakibi baskı altına almak epey meşakkatli bir iş. Kadıköy'deki 5000 kişinin bağırmasını yeterli kılan, fazlasını ekstraya yazan akustiğe ve sahanın üzerine yıkılacakmış gibi görünen, gök yüzünden başka herhangi bir şeyin görünmesini engelleyerek bir nevi klostrofobi oluşturan dik tribünlere alışmış bir futbolcunun bu stadda baskı hissetmesi çok zor.

Gelelim stadın şekilsizliği yüzünden fiziki, bugün çözmeye vakıf olamadığım bir sebepten ise ruhani kopukluk yaşayan tribünlere. Dört tribünün dördünün de ayrı telden çaldığı, ayrıca herbirinin de maçtan apayrı bir dünyada takıldığı bir ortam vardı. Futbolcular tribüne çağırıldı, Özhan Canaydın'a layıkıyla bir uğurlama yapıldı, Fenerbahçeli futbolcular Canaydın pankartı sebebiyle alkışlandı ve Galatasaray taraftarı adeta yapılacaklar listesini tamamlamışcasına maçın defterini kapattı. Maçın başından sonuna kadar, nadir anlık patlamalar haricinde oyuna müdahale etmeye çalışmadılar bile.

Genel resim bu şekilde tezahür edince, Fenerbahçe maça beklenmedik bir rahatlıkla başladı. Hem de daha ilk dakikadaki yürekleri ağıza getiren pozisyona rağmen. Daha beş dakika geçmeden anlaşıldı ki bu akşam Fenerbahçe orta alanı santim santim parselleyecekti. Galatasaray'ın, Alex'i marke ediyormuş gibi yapmaktan yanından geçen topu es geçen, ne hücumu ne de oldukça başarısız olduğu tek adama yapışma görevi dışında defansı düşünen Mehmet Topal'ı saymazsak, balonunun sönmesi bir sezon bile sürmeyen Mustafa Sarp ve yalnız ve güzel insan Elano'dan oluşan orta sahasına, Fenerbahçe, Selçuk, Mehmet Topuz, Alex ve her fırsatta içeriye kaçan Özer'le karşılık verdi. 4'e 2! Böylece Galatasaray'a yaşam alanı olarak sadece kanatlar kaldı. Bu aslında, Keita varken alınması riskli bir karardı ama kademede başarı sağlanınca amaca ulaşılmış oldu. Hatta Keita'nın solda başlamasına rağmen daha henüz maçın başında, Özer'e göre çok daha defansif bir oyuncu olan Vederson'un kanadına geçmesi de Fenerbahçe'nin ekmeğine yağ sürdü. Sakat orta saha yapısı yüzünden Galatasaray taviz vermek zorundaydı ve bunu Selçuk'u boş bırakmak vasıtasıyla yapmayı seçtiler. Selçuk da bu ikramı geri çevirmeyerek özellikle ilk 45 dakikada belkide hayatının en yüksek isabetli pas yüzdesine ulaştı. İlk top kaybını, 30. dakikada Mustafa Sarp'ın "arada şu adama da biraz basalım bari" demesi sonucu yaptı. Orta alanın Fenerbahçe adına kağıt üstünde en zayıf ismi bile bu kadar rahat bir oyun sergileme şansı bulunca, kafalarda oluşan soru, bu Galatasaray ne ara oyuna hakim olacak da gidip gol arayacak oldu.

Nitekim Galatasaray'ın gol arayışları üç kişilik çabanın ötesine geçemedi. Jo, Lugano'yla Bilica'nın arasında eriyip gidince, Gio ve Keita bireysel çabalarıyla top taşımayı başarsalar bile taşıdıklarıyla kaldılar. Ara sıra Sabri kendini gösterir gibi olsa da öbür bekteki Caner o kadar yararsız, hatta zararlı oynadı ki bek katkısı bakımından Sabri'nin kısıtlı çabasını da nötrlemiş oldu. Nihayetinde ilk yarı itibariyle ortaya, deplasmanda olmasına rağmen oyuna büyük oranda hakim olan, bir türlü toplu halde çıkamayan rakibine karşı oyunu rahatlıkla rölantiye alabilen, çok da fazla riske girmeyen, beraberliğe razı ve bu rızasına ulaşması oldukça kolay görünen bir Fenerbahçe çıktı.

Kadrolarda ve oyun anlayışlarında bir değişiklik olmayınca ikinci yarı da benzer bir manzarada başladı. Topal'ı çıkış tünelinin ucunda görmeyeceğimizi düşünüyordum aslında ama Rijkaard, kümenin etkisiz elemanına 12 dakika daha tahammül etmeyi tercih etti. 57'de çıktığında ise onun geç çıkışından daha da yanlış bir kararla, Arda fiziki olarak hiç hazır olmadığı bir mücadelenin içine konuldu. Ayağı da uğurlu geldi ama Gio'nun rahat pozisyondaki vuruşunda top direğin yanından dışarıya giderken kasvet dakikaları da başlıyordu. Çok geçmeden bütün maç bomboş dolaşan Selçuk, boşluktan istifade kaleye de vurabileceğini hatırladı ve tabiri caizse uzaydan vurduğu top, Leo Franco'nun basiretsiz çabasını alt ederek filelerle buluştu. Bu dakikadan sonra maçın terse dönmesi neredeyse imkansızdı. Zaten içinde bulunduğum Galatasaray tribününe de umutsuzluk havası inanılmaz bir hızla yayıldı. Gelecek senenin planını yapmaya başlayan mı ararsın, Leo Franco'nun üzerine oynayıp bari bunu son maçı yapalım uğraşında olan mı? Nihayetinde 90+'da bile takımına inanmayan bir tribün ve gol atabileceğine inanmayan bir takım ortaya çıktı. Bu ortamda Fenerbahçe'nin maçı yalandan da olsa oley sesleri arasında bitirmesi ve yarım koyup üç alarak rakibinin sezonunu büyük ölçüde bitirmesi sürpriz olmadı.

 
Meşale Kokusu