-->

28 Nisan 2010


Tam 40 yaşında ama ilk günkü hevesle basketbol oynamaya devam ediyor. Bu yaşına rağmen TBL'de 16, Euroleague'de 20 dakika ortalamayla sahada kalabiliyor. Tabii ki artık gücünün yetmediği, tempoyu kaldıramadığı anlar yaşıyor ama elinden geleni yaptığından bir an bile şüphe edemiyorsunuz.

Damir Mrsic, "Takıma faydam olduğu sürece oynamak istiyorum." diyor. Ne var ki çoğu oyuncu gibi takıma faydalı olamayacağı günleri yan gelip yatarak beklemiyor. Hala A takıma yeni girmeye çalışan bir genç oyuncu gibi, hatta tecrübesinin verdiği olgunlukla daha da ciddi bir şekilde antrenmanlarını yapıyor.

Dün akşam Fenerbahçe'nin şut çalışması ağırlıklı geçen antrenmanının bir bölümünü izledim. Takımın geneline bitse de gitsek havası hakimdi diyebilirim. Ancak bir kişi vardı ki olaya diğerlerine göre bambaşka bir açıdan baktığını hemen anlayabiliyordunuz. Şut atmaya, hiç oyalanmadan herkesten önce başlayan Mrsic, diğerleri duşunu alıp giyindiğinde hala serbest atış çalışıyordu. Serdar Apaydın elinden topu zorla almasa geceye kadar da devam edecek gibi bir havası vardı.

Mrsic bu sezon ligde ve Euroleague'de oynadığı 30 maçta maç başına sadece 1,4 serbest atış kullandı. Yani onun serbest atış performansının bir maçın skorunu etkilemesi çok sık gerçekleşecek bir durum değil ancak ne olur ne olmaz diye de bir şey var işte. O da bunun farkında olarak bu yaşında hala, otomatiğe bağladığı atışları -gözümden kaçan olmadıysa yüze yakın serbest atıştan yalnızca birini kaçırdı- çalışmaya devam ediyor. %40'la serbest atan Vidmar ise Mrsic'ten 20 dakika önce duşa gidip, Mrsic'in esneme hareketleri yaptığı esnada gayet rahat bir şekilde onun yanına laklak yapmaya geliyor. Eh ne demişler? Çalışan kazanır elması kızarır.

27 Nisan 2010


1. Lig'de bugünkü 18 takımlı formata geçildiğinden beri, 8 sezonda 46 farklı takım mücadele etti. Yani ligden şimdi buralarda olmayan 28 takım gelmiş geçmiş. Debisi yüksek bir lig diyebiliriz sanırım. Peki bu lige yeni düşenler veya çıkanlar, yani ligin çaylakları bu debiye ne kadar kapılmış acaba?

Lige çıkarak gelenlerle başlayalım. Geçtiğimiz 7 sezonda bekleme yapmadan kendini Süper Lig'e atan yalnızca üç takım var. Bu takımlar Erciyesspor (2003/2004), eski adıyla Gençlerbirliği Oftaşspor yeni adıyla Hacettepe (2006/2007) ve Kasımpaşa (2006/2007). Görüldüğü üzere 2006/2007 yeni çıkan takımların sezonu olmuş. 3 sezondur bunu başaran çıkmadı. Geri kalan iki haftada Bucaspor yerini koruyabilirse bunu başaran 4. takım olacak.

Bir de çıktığı gibi düşenler var tabii ama bunların da sayısı yine sadece 3 ve aynı çıkanlarda olduğu gibi iki tanesi aynı sezondan: 2004/2005 sezonunda Sarıyer ve Fatih Karagümrük, 2008/2009'da Güngören Belediyespor. Ne var ki bu takımların sayısının dörde çıkması an meselesi, beşe çıkması ise ihtimal dahilinde. Şu an 17. sırada bulunan Dardanelspor ve 14. sırada bulunan Mersin İdmanyurdu düşme korkusunu oldukça yakından hissediyorlar.

Lige düşerek gelenlerin Süper Lig'e yükselme oranı ise doğal olarak biraz daha fazla. Bugüne kadar 1. Lig'e düşen 21 takımın 5'i ilk sezondan yukarı dönmeyi başarmış. 2002/2003'de Çaykur Rizespor, 2005/2006'da Sakaryaspor (playoff), 2007/2008'de Antalyaspor ve 2008/2009'da iki takım birden; Manisaspor ve Kasımpaşa (playoff). Aralarından şampiyon olabilen tek takım ise Manisaspor. Bu sezon bu başarıyı göstermeye aday tek takım Konyaspor. Aslında ligin başında açık ara lider giden ama ilerleyen haftalarda inanılmaz bir düşüşe geçen Konyaspor'un hala playoff'tan yükselme şansı bulunuyor.

Geldiği gibi, ben burayı da beğenmedim, zaten paraşütümü evde unutmuşum diyen takım sayısı ise yalnızca iki. 2003/2004'te Göztepe ve 2004/2005'te Adanaspor. İkisinin de maddi sorunlar yüzünden bu kötü durumu yaşadıklarını hatırlatmak lazım. Bu sezon benzer sıkıntılar yaşayan Kocaelispor'un da bu takımların arasına katılması garantilendi. Ligin başından beri son sıraya demir atan Yeşil Siyahlılar'ı önümüzdeki sene 2. Lig'de izleyeceğiz. Düşme hattındaki bir diğer takım olan Hacettepe de kendini kurtaramazsa paraşütsüz düşenlerin sayısı bir anda 2'den 4'e çıkacak. Bu iki takımı bir kenara bırakırsak, son dört senede hiç iki sezon üst üste düşen takım olmamasına rağmen, 4 tane düştüğü gibi geri çıkan takım olması gösteriyor ki, 1. Lig ile Süper Lig'in arası giderek açılıyor. İki lig arasındaki gelir uçurumu yüzünden, düşerek gelen takımlar çok daha üstün kadrolarla yeni sezona başlıyorlar ve diğer takımları kolaylıkla sürklase edebiliyorlar. Özellikle son yayın ihalesinin ardından bu tablonun daha da vahim hale gelmesini bekliyorum. Önümüzdeki sezondan sonra yani 2011/2012'den itibaren Süper Lig'e yükselmek muhtemelen iyice zorlaşacak ve her sene 1-2 takım düştüğü gibi geri dönecektir.

25 Nisan 2010


Küfür kabul edilen bir kelimeyi ilk ne zaman duyduğumuzu bilemeyiz herhalde ama ağzımızdan çıkışı genellikle ilkokul sıralarına tekabül eder. İlk başlarda, koç, adidas gibi 8. sınıf espri/küfür karışımlarıyla yaparız ısınma turlarını. Lise ve üniversite çağlarına geldikçe de repertuvar genişler. Erkek çocukları doğal olarak at başı önde giderler ama kızlar da pek çaktırmasalar da fena değillerdir. Sonuç olarak zamanla bir noktalama işareti olarak amına koyayım kıvamına geliriz. Daha gitmediğim için doğrulayamıyorum ama askerlikte, bu küfür mevzusunun zirve yaptığı, başka hiçbir yerde duyulamayacak çeşitleriyle karşılaşıldığı söylenir.

Dünya dillerinin hemen hepsinden sözcük sayısı olarak gerideyizdir ama artık atasözü halini almış küfürlerimiz bile olduğunu düşünürsek küfür çeşitliliği açısından sanırım bizimle yarışmaya kalkışabilecek bile yoktur. Gün olur devran dönerin horozlu tavuklu versiyonu veya bahtsız bedevi hikayesi gibi yaratıcı eserlerin karşısına elin oğlunun fuck'la çıkması abesle iştigal olur tabii ki. Yani küfürün bizim kültürümüzde belki haddinden fazla da olsa bir yeri vardır. Aramızda bugüne kadar şöyle bağıra çağıra, ağız dolusu bir küfür etmemiş yoktur herhalde. En terbiyelimiz, en azından on tane okkalı küfür bilir. Küfür bizdendir, candır, bazen bıktırsa da çoğu zaman güldürür. Komedi filmlerinde en çok küfüre güleriz. İnternetten birbirimize yolladığımız ses kayıtları, videolar, animasyonlar büyük çoğunlukla baştan aşağı küfür doludur. Bayılırız! Tekrar tekrar izler veya dinleriz.

Sonra bir gün bir stada gideriz. Dakika bir, gol bir. Hemen bir küfürlü tezahürat başlar ve biz nedense çok şaşırırız. Aaa der yanımızdakini dürteriz. Baksana ya küfür ediyorlar falan...2500 kişilik anketlerin standart kabul edildiği, 70 milyonu yansıttıklarının düşünüldüğü bir ortamda 50000 kişinin toplu halde yaptığı bir işi nedense garipseriz. Sürü psikolojisi, stada girince insanların metamorfoza uğraması gibi salakça bahaneler bulup bu sözde ayıbı örtmeye kalkarız. Ama işte çocuklar falan, kötü etkileniyorlar filan diye de toplumsal kaygımızı ön plana çıkartırız. Kendi çocukluğumuzu, daha ilkokul sıralarında başlayan küfür maceramızı unutarak.

Bıraksak bu işleri!

Ben kendi adıma, ne bir kişinin ne bin kişinin ne de elli bin kişinin küfür etmesinden rahatsız olmam. Ne başkasına ne de bana. Olana da bir anlam veremiyorum. Nedir yani? Küfür duyduğunda isilik olmak tarzı rahatsızlığı olan bir insan yok bildiğim kadarıyla. Küfür, insanların hoşnut olmadıkları durumları, tepkilerini veya hislerini abartılı ve şiddetli bir şekilde dile getirmelerinden fazlası değildir aslında. Alınacak, gocunacak bir şey yok bunda. Ama çocuklar diyenleri duyar gibiyim şu an. Açıkçası bugüne kadar çok küfür duydu diye gelişimini tamamlayamayan, başına fena şeyler gelen bir çocuk görmedim ben. Bilakis, erkek çocuğuysa ve orijinal olanlarından bir iki tane kaparsa, ufak yaşlarda karizma yapar, piç takılır, güzel kızları kapma şansı artar.

Peki bunca şeyi ben niye yazdım? Malum Mehmet Demirkol, bir Beşiktaş taraftarına küfürlü bir şeyler söylemiş. Beşiktaş taraftarları da buna pek alınmış, pek kızmışlar. Akşamına ise bu sefer Beşiktaş taraftarları, tabii ki Demirkol'u da içine katarak neredeyse bütün Türkiye'yi sıradan geçirdiler. İronik mi? Evet. Yanlış mı? Hayır! Bu işin doğrusu yanlışı yok çünkü. Öyle uzun uzun tartışmanın ise hiç lüzumu yok. Demirkol, o an kendini en iyi küfürle ifade edeceğine inanmış, öyle yapmış. Akşam da Beşiktaş taraftarı benzer bir şekilde hislerini bu şekilde anlatma yolunu seçti. Gayet normal. Dediğim gibi küfür candır, bizdendir. Her zaman her yerde edilmiştir, edilecektir de. Bunca meselemiz varken dert edilecek belki de son konudur. O yüzden fanusta büyümüş taklidi yapmanın da hiç lüzumu yoktur.

 
Meşale Kokusu