Beşiktaş'ın bu son şampiyonluğunda ilginç olan bir şeyler vardı. 6 sene aradan sonra şampiyon olan 3. büyüğün bu başarısı 1-2 gün konuşulup bir anda gündemden düştü. Sanki hiç yaşanmamış gibiydi. Bence Beşiktaş'ın şu an nasıl bir konumda görüldüğünü ortaya seren bir durum. Her ne kadar kendisinden zerre hazzetmesem de Ömer Çavuşoğlu konuyla ilgili çok güzel bir tespit yaptı. Bu yılki lig, Cumhuriyet öncesinde oynanan Pazar liglerine benzedi yorumunda bulundu. O zamanlar tatil günü Cuma olduğundan, Fenerbahçe ve Galatasaray Cuma liginde, Beşiktaş ise görece daha önemsiz olan Pazar liginde oynarmış. Bu yıl Fenerbahçe ve Galatasaray'ın alenen katılmadığı Süper Lig gerçekten bahsedilen Pazar ligi muamelesini gördü.Serdar Bilgili'yi binbir çabayla kulüpten soğutup, başlarına Yıldırım Demirören belasını bulaştıran Beşiktaş camiasının neden bu duruma geldiğini anlatmaya gerek yok. Son altı senede yapılan el birliğiyle Beşiktaş'ı içten bitirme operasyonuna hepimiz şahit olduk. Bu şampiyonluk belki silkinip kendilerine gelmelerini sağlar diye düşünmüştüm ama görüyorum ki yine aynı tas aynı hamam. Mehmet Topuz transferinde yaşananlar ibret verici. Beşiktaş bu transferdeki en büyük koz olan oyuncu iradesini elinde bulundururken, süreci yine iyi yönetemedi ve Beşiktaş'tan başka hiçbir takımda oynanam diyen Mehmet Topuz Fenerbahçe'yle anlaşma noktasına geldi. Peki böylesine acı bir tokat yiyen Yıldırım Demirören'in hamlesi ne oldu? Nihat Kahveci'yi transfer etmek üzere girişimlere başlamak. Artık müzmin sakat kıvamına gelen, son dört sezonun sadece birinde tatmin eden, buna rağmen bu süreçte öyle bir yeteneği olmamasına rağmen kornerden, taca kadar herhangi bir duran top pozisyonunu kimseye bırakmayacak kadar büyük bir ego geliştiren Nihat Kahveci. Tebrik ediyorum. Çok iyi düşünmüşler. Sadece göz boyamak, gümdem değiştirmek için harcanak milyonlarca Euro daha...
Biliyorum bu konu açılınca çok bozuluyorlar ama artık Beşiktaş camiasının ciddi bir iç hesaplaşma yapması şart oldu. Eski büyüklüklerinin, eski ağırlıklarının esamesi okunmamaya başladı. Büyüklüğün, kupa sayısıyla ölçülmediğini anlamaları lazım. Üst üste 10 yıl da şampiyon olsan, böylesi zaafiyetler yaşadıktan sonra nasıl büyük olabilirsin ki?




Geçtiğimiz haftasonunda sporun gündemine basketbol, tenis ve Formula 1 heyecanı oturdu. Formula'nın İstanbul Park'ta yapılıyor olması yarışı izlemek için bence tek sebepti. F1'in eski keyif veren yarışlarının ve popülaritesinin azalma süreci maalesef devam ediyor. F1 yönetiminin bütçe ve teknoloji kullanımı kısıtlamalarıyla organizasyonu sürekli geriye götürmesine bir anlam verebilmek gerçekten zor. Teniste ise Roland Garros bayanlar finalinin cumartesi, erkekler finalinin de pazar olması tenisseverlerin keyifli bir hafta sonu geçirmelerini sağladı. Bu iki maçın da kazananları tahmin edilen isimlerdi. Bayanlarda Kuznetsova, erkeklerde Federer kupaya uzandı. Benim için ise haftasonunun en önemli spor olayı Beko Basketbol Ligi final serisinin dün oynanan, kazananın son saniyede belli olduğu 2. maçıydı.
İlk olarak, ülkemizi yakından ilgilendiren F1 ile başlamak istiyorum. F1 heyecanının İstanbul'daki ayağını, Jenson Button kazandı ve ilk 7 yarışın 6'sını kazanarak F1 tarihinin en iyi başlangıcına imza attı. Sıralama turlarında Alman, Sebastian Vettel'e pole pozisyonunu kaptırmasına rağmen, Button bu sezon 6. kez damalı bayrağı ilk gören isim oldu. Jenson Button bu sezon gösterdiği performansla daha başka rekorlara imza atabileceğinin sinyallerini vermeye başladı. Eğer Button bu performansını devam ettirirse, efsane Alman pilot Michael Schumacher'in bir sezon içinde en çok yarış kazanma rekorunu kırabilir. Şahsen bunu başarması beni şaşırtmayacak.
Gelelim Roland Garros'un finalerinde yaşanan ses getirmeyen finallere. Bayanlarda cumartesi Svetlana Kuznetsova’nın kazanmasından sonra herkesin aklında, erkekler finalinde Roger Federer'in kazanıp bir başka efsane Pete Sampras'ın en çok Grand Slam kazanma rekorunu egale edip edemeyeceği sorusu vardı. Rahat bir oyun sonrası İsveç'li rakibi Robin Soderling'i 3-0 ile geçen Federer'in Rafael Nadal'la karşılaşmadan kupaya uzanması bana göre bu zaferi biraz gölgedi. Ne var ki, egale ettiği rekorla Federer tenis dünyasının gelmiş geçmiş en büyük yıldızlarından biri olduğunu kanıtladı ve kötü geçen, bir önceki sezondan sonra, bu sezon yavaş yavaş toparlandığını gösterdi. İlerleyen günlerde Federer belki de Nadal'ın son zamanlardaki hegomanyasına son verip yeniden, bir numara olduğu günelere dönebilir.
Yazımın başında değindiğim gibi Efes Pilsen - Fenerbahçe Ülker final serisinin 2. maçında yaşadığımız keyifli dakikalar, tenistekinden ve Formula'dakinden oldukça fazlaydı. Maça çok iyi başlayan Efes Pilsen'i durduramayan Fenerbahçe, maçın genelinde rakibini 5-7 sayı civarında geriden takip etti ve ilk kez son periyotta öne geçebildi. Farkın bir ara 10 sayıya çıkması, Fenerbahçe'lilerin direncini ve mücadele gücünü hiç düşürmedi. Maça sonuna kadar asılmalarının ödülünü Damir Mrsiç'in son saniyede attığı üçlükle aldılar. Aynı ilk maçtaki gibi maçın sonuna kadar iki takım da savunmayı ön planda tuttu. Dünkü maçta Fenerbahçe Ülker'in, ilk maçın aksine 3 sayı yüzdesinin yüksek olması ve Efes Pilsen'in bu maçta da yabancılarının takıma katkı sağlayamamaları Fenerbahçe'ye maçı kazandırdı. Seri şimdi 2-0 ve Abdi İpekçi'ye taşındı. Efes Pilsen 10000'in üstünde seyircisinin desteğini alacak olan Fenerbahçe'yi bu maçta yenmesi çok zor olacaktır. Eğer, Efes Pilsen yenerse seride çekişme devam edecektir ama yenilmesi halinde işleri mucizelere kalacak. Fenerbahçe Ülker gibi güçlü bir takımı 4 maç üst üste yenerek bu mucizeyi gerçekleştirmelerinin de münkün olacağına hiç inanmıyorum.