-->

31 Ekim 2009



Hand of God!

30 Ekim 2009



İki insanın hayata aynı pencereden bakması, geçmişlerinin ve geleceklerinin paralel olması, aynı ideolojilere ve fikirlere sahip olmaları, bugüne kadar hep yan yana, omuz omuza olduklarını bilmeleri, ikisinden biri her düştüğünde diğerinin kardeşim diyerek elini uzatması, ayağa kalkıp aynı şevkle yola devam etmeleri ve el ele verdiklerinde hiçbir şeyin onları durdurmayacağını hissetmeleri... Bütün bunların hepsi bir yere kadarmış. Bu iki kişi iki düşman takımın taraftarı olunca, onca yıllık kardeşlik futbol uğruna yok sayılabiliyormuş. Yaşananlar ve yaşanacaklar bir anda, bir inat ve bir kaç hesapsız sözle unutuluveriyormuş. Yazık ama esasen hayret! Damarlarımızdan futbol akmaya başlamış da haberimiz yokmuş.



Olaylı derbinin artçı sarsıntıları devam ediyor. Cezaların açıklanmasıyla yeni bir polemik furyasının da eşiğine geldik. Bu artçılar ne kadar sürer bilinmez ama Fenerbahçe'nin aldığı 2 maç seyircisiz oynama cezasının bitiş tarihi bir hayli dikkat çekici. Bay geçilecek Ankaraspor maçı sebebiyle, Fenerbahçe cezasını Kasımpaşa ve Ankaragücü maçlarında çekecek. Bu da demek oluyor ki Fenerbahçe'nin iç sahada oynacağı bir dahaki ilk seyircili maçı Denizlispor ile. Yani ikinci devrenin ilk maçı. Tarihi ise 24.01.2010. Galatasaray maçından tam 3 ay sonra. Bu üç aylık süre içerisinde Saraçoğlu'nda sadece 5 Kasım'daki Steaua ve 17 Aralık'taki Sheriff maçları var. Eğer bakım veya inşaat gibi bir planları varsa bence tam zamanı.

27 Ekim 2009



Nedense ülkemizde doping yapanlara karşı anlaşılamaz bir sempati var. Ne zaman birisinin yasaklı bir madde kullandığı ortaya çıksa, ah yazık havası esmeye başlıyor. Kerem Gönlüm özelinde de, olay meydana çıktığından beri, yine benzer bir yaklaşım sergilendi. Bir çok basketbol yorumcusu, aslında Kerem çok süper bir insan, nasıl olur anlamadım, umarım en az cezayla yırtar şeklinde açıklamalar yaptılar. İyi de neden yırtsın ki? Ortada bariz ve cezası belli bir suç var. Kerem Gönlüm doping yaparak hem kendine hem de takımına haksız bir avantaj sağlamıştır. Ayrıca Euro Basket 2009'da da milli takımı kendisinden mahrum bırakmıştır. Açıkçası beni esas ilgilendiren de olayın milli takım boyutu. Kerem bu davranışıyla milli takıma ciddi şekilde zarar verdi. Sırf bu sebeple, en başından beri en yüksek cezayı almasını diliyordum, ancak yarı yarıya bir indirime gidilerek 1 senede karar kılınmış. 6 ay gibi komik bir süreye indirmemeleri sevindirici. 1 sene de ibret olması açısından yeterli bir süre. Kerem için artık iş işten geçti ama bundan sonra böyle bir maceraya atılmaya niyetlenenler bir kez daha düşünürler umarım.



Açılımlar ülkesine dönüştüğümüz şu günlerde, stadlarımızda Atatürk'le ilgili pankart açılması yasaklanmış. Pazar günü oynanan Göztepe - Tepecik Belediyespor maçı için hazırlanan yukardaki pankarta, federasyon tarafından verilen talimatlar uyarınca, emniyet güçleri tarafından stad girişinde, siyaset içerikli denilerek el konulmuş. Hiç kem küm etmenin manası yok. Gayet ağır konuşmak gerekiyor bu durum karşısında. Kepazelikten başka bir şey değil. Bu pankartın stada sokulmasını engellemeye kimin en ufak bir katkısı olduysa, hepsine lanet olsun. Stadlarımızda artık terörist fotoğraflarının kol gezdiği bir ortam varken, bu devletin kurucusunu, devletin polisine yasaklatıyorlar. Reziller...




Tabii ki bu yaşanan, ilk vaka değil. Daha önce de 2006 senesinde, suyun bu sefer öteki tarafında oynanan, Karşıyaka ve Fenerbahçe Ülker arasındaki basketbol maçına, yine benzer bir yasak sonucu, bu pankart ancak gizlice sokulup, açılabilmişti. Emniyet güçleri bu sefer de salonun içinde pankarta el koymaya çalışmış, ancak yoğun tepkiler sonucu vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Artık iyice anlaşıldı; sır olmaktan çıktı. Bazıları Atatürk'ten, O'nun izinden gidenlerden rahatsızlık duyuyorlar ve bariz bir mücadele içine girmişler. Hodri meydan! Elinizden geleni ardınıza koymayın. Gün gelecek, hiçbirinizin bu topraklarda yatacak yeri kalmayacak.

26 Ekim 2009



Rıdvan Dilmen güzel özetledi dün gece, "sabaha kadar oynansa Fenerbahçe kazanırdı". Gerçekten de son zamanların en tek taraflı derbisi oldu. Peki neden oldu? Bir kere Fenerbahçe, daha maça 45 dakika varken ilk golü atıverdi. Arda Turan, kendisine meydan dayağı atmaya kalkan Fenerbahçeli futbolculara karşı belki o an sinmedi ama bu olayın etkisiyle maç esnasında öyle bir sindi ki moral bozukluğundan yürümeye dermanı kalmadı. Galatasaray hiç hesapta yokken en yaratıcı silahını kaybetmiş oldu haliyle. 2. gol ise maçın ilk dakikasında geldi. Milan Baros'un daha bismillah demeden sakatlanmasıyla bütün hafta yapılan planlar bir anda çöpe atıldı.

Böylesi bir maça 2-0, hatta Saraçoğlu etkisini de sayarsak 3-0 mağlup başlamak kolay değil tabii. İlk dakikadan itibaren oldukça şaşkındı Galatasaray. Fenerbahçe ise büyük bir kararlılıkla başladı maça. Orta sahada inanılmaz bir baskı uyguladılar. Galatasaray'ın orta üçlüsü, topu sürekli geriye oynamak zorunda kaldı. Defanstan topu oyuna sokma kavramına pek de aşina olmayan Servet - Gökhan Zan ikilisi de bu topları sürekli Fenerbahçeliler'in kucağına doğru şişirdi. Aralarda top yere iner gibi olduğunda defansın arkasına atmaya çalıştıları toplarda da Nonda sürekli ofsayta yakalanınca rakip kalenin yanına bile yaklaşamayan Galatasaray'a karşın dalga dalga gelen bir Fenerbahçe izledik.

Galatasaray'ın sorunu çoktandır belliydi ama bu maçta tescillendi. Bu sistemde orta sahada topu yönlendirebilecek tek adam Ayhan olduğu sürece ve defansta da Puyol, Popescu benzeri top tekniği yüksek savunma oyuncuları olmadıkça, Galatasaray, orta sahasına baskı yapan her kaliteli takıma yenilir. Topu yere indirip çok paslı oyun oynamak istiyorlar da daha ilk pas rakibe gidince az çok hesabı yapmak mümkün olmuyor. Yani aslında problem medyamızın öne sürdüğü gibi plan eksikliği değil, daha A planını oynamaktan aciz oyuncu kadrosudur. Rijkaard bunca yıllık tecrübesinden sonra en mükemmel oyun planını yaratmış. Bıraktığı mirasın İspanya'da neler başardığını her gün izliyoruz. Bu adam daha ne planı yapsın ki? Z'ye kadar planı olsa ne yazar?

Fenerbahçe cephesinde ise bu maç özelinde herkesin verilen görevi yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Yalnız Kazım'a ayrı bir parantez açmak lazım. Bir forvet için pozisyon bilgisinin ve pas alışverişlerinin zayıf olduğu açık ancak enerjisi, deliciliği ve gücüyle, daha iki maçta bu bölgenin çok ciddi bir alternatifi oldu. Daum bu formülü sezon boyunca sıkça uygulayacaktır. Semih'in başına bir bela daha çıktı. Üzülüyorum valla.

Özetlemek gerekirse, bir derbi daha geldi geçti. Fenerbahçe 3 puan kazandı, Galatasaray moral kaybetti. Bu köprünün altından daha çok sular geçer. Ne o 3 puanın hükmü kalır, ne de moral bozukluğu. Kavgası, gürültüsü, hakemin dikişleri falan çarşambadan sonra unutulur gider. 27. haftada da dünyanın en büyük derbisinde yaşayacaklarımıza ve yaşayamayacaklarımıza sanki ilk defa olan şeylermiş gibi tekrardan şaşırırız.

25 Ekim 2009

 
Meşale Kokusu