-->

12 Şubat 2010


İkinci bir Türbülent vakasıyla karşı karşıyayız. Ertuğrul Sağlam kontrolden çıktı çıkacak. Hakemler de hakemler... Ağzından başka laf çıkmamaya başladı. Sağlam'ın kariyerinin üstüne koyarak gittiğine şüphe yok. Beşiktaş'tan kovulmasına rağmen, haksızlığa uğradığını düşünenlerin, o dönemde kendisini başarılı bulanların sayısının çoğunluğu oluşturması önemliydi. Üstüne, Bursaspor'un bu sezon beklentilerin çok üstünde seyretmesi, genç teknik direktörün bir anda yıldız seviyesine çıkmasını sağladı. Hatta, İnönü'deki Beşiktaş maçından sonra dahi yakıştırmaları bile yapıldı.

Hatırlarsak Sivasspor'un ilk yükselişe geçmeye başladığı zamanlarda, Bülent Uygun da benzer övgülerden haklı olarak nasibini alıyordu. Ancak zaman geçtikçe koltukları haddinden fazla kabaran Uygun, o kadar fazla, o kadar yersiz ve bir o kadar da haksız konuşmaya başladı ki, bu toprakların görüp görebileceği en antipatik figür halini aldı. Kısacası Bülent oldu Türbülent.

Şimdilerde Ertuğrul Sağlam da aynı tufaya düşmek üzere. Son zamanlarda adı olumlu anlamda en fazla anılan Sağlam, kupadaki Fenerbahçe eşleşmesi sırasında şimşekleri üzerine çekmek için elinden geleni ardına koymadı. Sanki iki maçta da Fenerbahçe'yi sahadan silmişler, çok üstün bir futbol oynayıp, onlarca pozisyona girmişler de hakemler el birliğiyle onları elemiş gibi bir intiba yaratmaya çalıştı. Şahsen iki maçta da, her daim olan standart hakem hatalarından fazlasını hatırlamıyorum.

O zaman sormak lazım. İlk maçta sudan çıkmış balığa dönen, Bursa Bursa diye boşuna abartmışlar dedirten, rövanşta ekstra motivasyonla 3-0'ı yakaladıktan sonra yine akıl tutulması yaşayan, o noktadan sonrası için bir planı olmayan, eşleşmenin iki maçında da teknik, taktik, kondisyon, mücadele gibi etmenlerin hepsinde rakibine ezilip sadece hırsla var olmaya çalışan, senin takımın değil miydi hoca? Üstüne üstlük, Sercan'ı oyunu alıp hem onu yakan, hem kendini baltalayan, yürüyen tekere çomak sokan, eşleşmenin en fahiş hatasını yapan sen değil misin? Sen böylesine bir hata yaparken hangi hakem hatasından, hangi yüzle bahsediyorsun ki?

Yapma hoca. Zaten beklentileri aşmışsın. Bu saatten sonra kötü sonuçları başkalarının üstüne yıkıp, kendini suçsuz göstermeye ihtiyacın mı var? Sezonu, şimdiye kadarki performansınla aynı çizgide tamamlasan, zaten omuzlarda taşınırsın. Böyle çıkışlarla, normalde biz Fener'i elerdik tripleriyle ne kendini, ne de oyuncularını baskı altına almaya, camianın beklentilerini yükseltmeye, agresifleştirmeye gerek var mı? Kendini yakarsın hoca. Cem Yılmaz'ın da dediği gibi, "Come on Hodja. Hodja come on!"


Tabii ki, en başta Bursaspor üzüldü bu akşam. 3-0'a 3-0'la cevap verip, 90'da mideye yumruğu yemek, üzülmekten de öte kahreder. Ardından kupayı belki de hepsinden fazla isteyen ve Fenerbahçe'ye karşı şansı bir türlü tutmayan Trabzonspor. Ufukta muhtemel senaryolar arasından en kötüsü olan Fenerbahçe finali gözüktü. En az bu ikisi kadar, Galatasaray da üzüldü haliyle. Ligde ikram yarışına giriştikleri rakipleri, kötü oynayıp turu geçerken, onlar iyi oynayıp elendiler. Bir akşam sonra Fenerbahçe de elense, eleştiriler bir anda azalacaktı şüphesiz. Medyanın bir kısmı da üzüldü tabii. Guiza'nın golü az yazı değiştirmemiştir. Yarın, son dakika mucizesini yazmak yerine, ortalığı kızıştırmak, ben demiştimli cümleler kurmak, derinlerde birikenleri ortaya kusmak, elbette daha kolay ve zevkli olacaktı bazıları için.

Her sene kupayı kaldıranlar başka başka takımlar olsa da, yükü mütemadiyen ve artarak Fenerbahçe'nin omuzlarına biniyor. Bu yüzden, acaba yine mi diye sorduran bu maçı zor da olsa atlattıklarından, en sevinçli taraf ise tabii ki Fenerbahçe. Guiza'nın golünün üzdüklerinin sayısı epey fazla, ama Fenerbahçe'nin de yancıları var. Onlar da, iki İstanbullu'nun elenişinden sonra tutunacak tek bir dalları kalan TRT ve Ziraat Bankası. Golden sonra reyting kaygısıyla oluşan sevinç yumağını görür gibiyim.

Dramatik bir son yaşandı bu akşam Bursa'da. İnancın zafere dönüşmesine çok az kalmıştı ama ilk maçtaki 45 dakikalık tutulmanın bedelini ağır ödedi Bursaspor. Guiza'nın çarpa seke ağlara doğru yuvarlanan vuruşunun ardından bir taraf başını ellerin arasına alırken, diğer taraf yumruğunu sıkıp olabildiğince havaya kaldırıyordu. Bir yanda üzüntü, bir yanda sevinç... Aynı her maçtan sonra olduğu gibi.

10 Şubat 2010


Havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez ama ülke gündemimiz, her alanda, kurumların yöneticileri tarafından mütemadiyen gerilir. Her gün yeni bir gündem maddesi, her gün tartışılacak farklı bir konu bulunur. Tarafların kutuplaşmasına ve fanatikleşmesine zemin hazırlamak için her türlü imkan seferber edilir bu şahıslar tarafından. Zaten doğuştan taraf olan bizler de alışkanlıktan olsa gerek, sempatizanı olduğumuz tarafın ne dediğine aldırmadan, yaptıklarının doğru olup olmadığını önemsemeden sürünün içinde yerlerimizi alıveririz.

Bugün de o klasikleşen senaryolardan ufak bir bölüm izledik. Başrollerde tanıdık simalar: Aziz Yıldırım, Adnan Polat ve Haldun Üstünel üçlüsü. Normalde başkanlar at koştururdu böyle durumlarda ama Haldun Üstünel de onlara katıldı bu sefer. Herhalde icraatlarının sonuçlarından rahatsız olsa gerek, hemen kendini savunup, saldırıya geçme ihtiyacı duydu. Aziz Yıldırım'ın açıklamaları bütün spor camiasının dile getirdiği konulardan (Galatasaray'ın forvetsiz kalması, gereken bölgelere transfer yapılmaması vs.) ibaret olmasına rağmen, Galatasaray tarafı hemen olayı fırsata çevirmenin peşine düştü. Aman kötü giden takım sorgulanmasın, aman taraftara şirin görünelim kaygılarıyla Aziz Yıldırım'a direkt saldırı başladı.

Yıldırım'ın da sütten çıkmış ak kaşık olmadığını söylemeye gerek yok tabii ki. Takımda her kötü gidiş baş gösterdiğinde bir açıklama patlatıp gündemi değiştirme, suyu bulandırma konusunda uzmanlık seviyesine erişeli epey oluyor. Takımın tartışılmasını engellemek için istifa kozunu kaç defa kullandığını saymayı bıraktık artık.

Bugün, Galatasaray yöneticilerini de benzer bir taktiği kullanırken gördük. Şimdiye kadar, Haldun Üstünel'i getirdiği iyi oyuncular sebebiyle herkes ayakta alkışladı, hakkını verdi. Harry Kewell, Milan Baros ve Keita gibi oyuncuların gösterdikleri yüksek performanslar sebebiyle övgüler katlanarak arttık. Ancak Gio ve Jo transferlerinin ihtiyaca yönelik olmaması ve şimdiye kadar beklentileri karşılayamamaları sonucu ise soru işaretleri ortaya çıkmaya başladı.

Başarılı olduğunda nasıl pohpohlanmaktan keyif alıyorsan, başarısızlıkta da eleştiriye açık olmak lazım. Hiç gerek yok böyle çıkışlara, kendini haklı gösterme çabalarına. Sen kendi işine bak tarzı bir yaklaşım, kendi tarafını provoke edip, rakibine cevap hakkı vermekten başka ne işe yarar ki? Bunun yerine, biz yaptıklarımızın arkasındayız, oyuncularımıza güveniyoruz, sezon sonunda ak ile kara ortaya çıkar şeklinde bir açıklama yapıp, örnek olmak çok mu zor?


Bu hafta ilk altının kendi arasında iki maçı vardı: Altay-Karşıyaka ve Bucaspor-Konyaspor. Karşıyaka ve Bucaspor üçer puanı hanelerine yazdırırken, mağlup olan iki takımın da teknik direktörleri görevlerinden oldu. Fuat Yaman bir haftadır beklettiği istifasını sunarken, Hüsnü Özkara'nın görevine Konyaspor yönetimi tarafından son verildi. Karabük ile Adanaspor da direkt rakiplerinin en az ikisinin puan kaybedeceğinin garanti olduğu haftada hata yapmadılar.

Play off takipçilerinden Boluspor ve Rizespor ise artık dayaklık kıvamına geldi. Boluspor 88'de önde olduğu maçtan 2-1 mağlup olarak ayrılmayı başararak inanılmaz bir fırsatı tepti. Şimdi aynı fırsatı bir daha yakalamak için, son haftalarda ekstra puan kayıpları yapan Altay'ın bu şekilde devam etmesini bekleyecekler. Ölme eşeğim ölme. Ligin açık ara en pahalı ve en kaliteli kadrosu Rizespor için ise konuşmama hakkımı kullanıyorum.

Alt sıralara baktığımızda ise ne olacak bu Kocaeli'nin hali demekten kendimi alamıyorum. Yeni yönetimin gelişi ve lisans sorununun çözülmesiyle, çıkışa geçmelerini bekliyordum ama her hafta yeni bir hüsran yaşıyorlar. 2. yarı 4 haftada 0 puan. Tablo vahim. Şu an komşu ve düşman Sakarya'nın ayak izinden yürüyorlar. Ancak bu borçla düşerlerse, bir daha kimse kolay kolay taşın altına elini sokmaz. Acil toparlanmaları lazım. Şahsen ben de istemem Kocaelispor'un düşmesini. Onlara gelene kadar, 2. ligde olmayı bile hak etmeyen çok takım var.

Genel tablo yavaş yavaş netleşiyor. Artık, Karabük, Bucaspor, Konyaspor, Adanaspor ve Karşıyaka'nın ilk altının dışına çıkmaları hemen hemen imkansız. Son haftalarda yakaladıkları çıkış ve sergiledikleri oyun itibariyle de Hacettepe ve Samsunspor'u düşme adaylarım arasından çıkarttım. Bu iki takımın mutlaka ligde kalacaklarını düşünüyorum. Ergün Penbe'li Mersin İdmanyurdu'na dikkat. Düşerlerse en şaşırmayacağım takım.

9 Şubat 2010


Blog olarak Spor İletişimi Sertifika Programı'na katılıyoruz. Hem ben, hem de istikrarsız yazarımız Stiglitz, sınavı geçtik. Geçtiğimiz mayıs ayında bu blogu açtığımızda, tek idealimiz bir gün spor medyasında çalışmaktı. Böylece önemli bir virajı dönmüş ve hedefimize bir adım daha yaklaşmış olduk. Umarım gerisi de gelecek...

8 Şubat 2010


Şu Altay maçlarından önceki stres, kalp olsun, damar olsun, her türlü hastalığa sebep olabilir. Kadrolara bakıyorsun, form durumuna bakıyorsun, biz bu maçı alırız diyorsun ama bir türlü emin olamıyorsun. Altay bu, ballıdır, gelirler atarlar bir tane demekten kendini alamıyorsun.

Bugün de maçı aynı bu duygularla izlemeye başladım ama 10. dakikadan itibaren şüphelerim bertaraf oldu. Belli ki Karşıyaka'nın bugün Altay'a puan vermeye hiç niyeti yoktu. İzmir derbilerinin hiçbirinde Altay'ın ev sahibi avantajına sahip olamayacağını unutup forveti ikileyen, Karşıyaka'nın oyunu kendi yarı sahasında kabul edeceğini uman Fuat Yaman, bu taktik hatayla orta sahayı daha baştan Karşıyaka'ya teslim etti.

Maçın başından sonuna kadar Karşıyaka hücuma çıkarken hiç zorlanmadı. Bir kere bile yan top yapma ihtiyacı duymadan, bomboş Altay orta sahasını her istediğinde geçiverdi. Üstüne Erçağ da sağ kanadı çökertince, ortadan zaten gelemeyen Altay'ın baskıya cevap vermek için tek şansı kaldı. Tiago'yla Karşıyaka'nın daha defansif olan sol kanadını kullanmak. Oradan yaptıkları her denemede de duvara çarpmışa döndüler. Yani kağıt üstünde sahaya daha ofansif bir kadroyla çıkan Altay, hücumda hiçbir şey üretemeyen, atak üstüne atak yiyen bir görünüme büründü. İlk yarıyı Kılıçarslan sayesinde gol yemeden atlattılar ama oyun kurgusunda değişiklik yapmazlarsa çok geçmeden gol yiyecekleri belliydi.

Fuat Yaman, ikinci yarıya da kumarına devam ederek başladı. Aslında 55'te gelen Okan'ın golünden bir dakika önce Şehmuz'un altıpastan vuruşunu Ramazan müthiş bir refleksle çıkaramasa kumar tutuyordu ama amatör yayıncılığın bayrak taşıyıcısı D Spor daha bu pozisyonun tekrarını gösterirken, Okan müthiş bir aşırtma golüyle Kılıçarslan'ı avlayıverdi.

Golden sonra klasik Karşıyaka sendromu baş gösterdi ve takım geriye yaslandı ama 70'e kadar süren bu afallama sürecinde anlaşıldı ki Altay'ın bugün gol atmaya hali yoktu. 70'ten sonra takım tekrar kendine gelip saldırmaya başladı ve beş dakika sonrasında Köksal'ın ayağından bir harika gol daha geldi. Bu dakikadan sonra çöken Altay yavaş yavaş sahadan silinirken, oyunun hakimiyeti tamamen Karşıyaka'ya geçti. Farka koşulacak pozisyonlar yakalandı ama biraz şanssızlık, biraz da beceriksizlik yüzünden skor değişmedi.

Altay bugün kazansaydı gerçekten sürpriz olurdu ama Fuat Yaman'ın, Karşıyaka'nın işini bu kadar kolaylaştıracağını beklemezdim. Belli ki takımına güveniyor ama bunun oyuna müdahale etmesini engellememesi gerekirdi. Kariyerinin en kötü oyunlarından birini oynayan Burak Çalık'a 67. dakikaya kadar tahammül etmesi. 16'lık Okay'ı maçı çevirsin diye kurtlar sofrasına atması fahiş hatalardı. Ümit Turmuş'un skor avantajının da verdiği rahatlıkla, ayağında top tutacak adamları oyuna almaktan başka hiçbir şey yapmasına gerek kalmadı.

Bu sonuçla ilk yarıdaki maçın rövanşını veren Altay 2. sıradan başladığı yolculuğunda 6. sıraya kadar gerilerken, haftalardır 6. sırada bekleyen Karşıyaka 5. sıraya yükseldi ve ilk iki için tekrardan ümitlendi. Hafta içinde disiplini sağlamak için bazı hamleler atan yönetim bu duruşunu sezon sonuna kadar devam ettirebilirse, başarılı olmamak için sebep yok. Karşıyaka şu an üzerinde bulunan takımların hiçbirinden potansiyel olarak geride değil. Konyaspor maçına kadarki üç kolay maçın ikisi alındığı takdirde, o gece bu sene sesleri yeniden yükselmeye başlar.


İşte bu yüzden! İzmir'in takımları bu şartlarda maç oynamaya devam ettiği sürece, dahası bu manzaraya müsade eden yöneticiler oldukça, daha sittin sene bu soruyu sorar dururuz. Fotoğraf, dün Alsancak Stadı'nda oynanan Göztepe - İskenderun Demirçelik maçından. Hakem, şu manzaraya rağmen maçı oynatıyor ve bir kişi de buna engel olamıyor. Sözün bittiği yer...




Meğer Anadolu'nun ilk şampiyonluğu bizim oralarda, Alsancak Stadı'nda yaşanmış. Yalnız Alsancak'ın son zamanlardaki iflah olmaz haline artık iyice aşina olduktan sonra, stad zemininin futbola elverişli olduğuna hiç inanasım gelmedi.

7 Şubat 2010


Torbalar açıklandığı zaman, herkes gibi muhtemel ölüm gruplarını ve şeker gibi kuraları, kafamda belirlemeye çalışırken, bir de savaş grubu çarpmıştı gözüme. Türkiye, İsrail, Güney Kıbrıs, Ermenistan, Azerbaycan ve de ortalığı kızıştıracak büyük abi olarak İngiltere. Bu takımların bir araya geleceği bir gruptan, El Salvador-Honduras savaşına benzer bir sonuç ortaya çıkabilirdi. Sonradan öğrendik ki Azerbaycan ile Ermenistan zaten aynı gruba düşemiyormuş.

Kuranın ardından sonra oluşan grubumuza bir isim koymak istersek ise rahatlıkla Türki Cumhuriyetler grubu diyebiliriz. Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan'ın yanına hızla Türk'leştirmeye devam ettirdiğimiz, Almanya, Belçika ve Avusturya. Deplasmanı olmayan bir gruba düştük. Her maçta ciddi bir seyirci desteğiyle oynayacağız.

Kağıt üstünde biz bu grubu en kötü ikinci bitiririz. Hatta biraz sıkarsak ve şansımız da yaver giderse lider bile olabiliriz ama tabii bu rakiplerimize bakarak yapılan bir çıkarım. Zira kendimiz hakkında bir şey söyleyemiyoruz. Malum hocamız hala belli olmadığından, nasıl bir takım olacağımız, hangi sistemde oynayacağımız, hücumu mu yoksa savunmayı mı ön plana çıkaracağımız, biz çok tekniğiz yalanına kapılmaya devam edip mücadele etmeyi yine unutup unutup unutmayacağımız hep birer soru işareti.

Sonuç olarak şu an tek söyleyebileceğimiz, kura güzel ama hele bir hoca belli olsun bakalım. Açıkçası şu Türki grubu gördükten sonra, Türk duygusallığına ve biz kesin alırız bu maçı ya anlayışına kapılmamızı engelleyecek bir yabancı hocanın göreve gelmesi en doğrusu olacaktır.

 
Meşale Kokusu