-->

14 Kasım 2009



Yıldırım Demirören, tribünleri temizleyeceğim dediğinde bu kadar ileriye gidebileceğini kimse tahmin etmemiştir sanırım. Laf etti balkabağı diye bakıyorduk ama çoktan düğmeye basılmış da haberimiz yokmuş. Dün akşam 36 Beşiktaşlı fişlendi. Diğer takımların da taraftarlarıyla birlikte tam 119 kişiden bahsediliyor ama hangi takımdan kaç kişi olduğu hakkında henüz bir bilgi yok. Bu kişiler bir yıl boyunca maçlara giremeyecek ve 2000TL ceza ödeyecekler. Aslında böylesi bir operasyonla ilk defa karşılaşmıyoruz. Yalnız bu seferki oldukça ciddi görünüyor ve devamı da gelecek gibi. Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Girişilen bu operasyonun sebebinin Yıldırım Demirören'e edilen küfürler olmadığı, bunun sadece bahane olduğu çok açık. Bu işin arkasında sadece Demirören'in olduğunu düşünmek de saflık olur. Kulüpler kendi elleriyle yarattıkları, onlarca yıldır besleyip büyüttükleri ve artık kontrolünü kaybettikleri canavarı el birliğiyle yok etme niyetindeler. Bugün karşı karşıya olduğumuz Türk tribün yapısını, derin devlete benzetebiliriz aslında. Yönetimde olanların veya yönetime göz koyanların kendi çıkarlarına alet etmek için yarattığı, çeşitli şekillerde kullandığı, ihtiyaçları olduğunda arkalarına aldıkları bir yapı. Onlarca yıldır tribün liderleri bilinçli bir şekilde güçlendirildi. Dağıtılan sayısız biletle rant kapısı ardına kadar açıldı. Yeri geldi bu insanlara iş kuruldu; otoparklar verildi. Tribüncülük bir meslek haline getirildi. Bu mesleği iyi icra edenler de hayal bile edemeyecekleri kadar büyük güce ve servete ulaştılar. İşte bu noktada ipin ucu kaçtı. Tribün liderleri ellerinde yüklü servetler ve arkalarında binlerce kişilik taraftar dernekleriyle, onları yaratan insanlar için tehdit unsuru olmaya başladı. Büyük başkan el salla veya yönetim istifa sesleri, takımın performansından ziyade isteklerin karşılanıp karşılanmadığına göre duyulmaya başladı.

Bu noktada harekete geçen ilk isim Aziz Yıldırım oldu. GFB'ye alenen savaş açtı. Önce bedava biletlerini ellerinden aldı, sonra da maratonu. O da yetmedi aynı Yıldırım Demirören'in şimdi yapmaya çalıştığı gibi hepten stada girmelerini önlemeye başladı. Yalnız Aziz Yıldırım oyunu kuralına göre oynadı. Tribünde devrim yapmadan önce kulüpte devrim yaptı. Kulübü kurumsal bir yapıya soktu. Muazzam bir stad yaptı. Fenerium'u dev bir marka haline getirdi. Böylelikle belirli bir kesimi tribünlerden uzaklaştırmadan önce, onların yerini alacak yeni taraftar profilini yarattı. Bu yeni profil altyapıya yönelik yapılan yatırımları takdir eden ve bu takdirini de kombine ve lisanslı ürünler vasıtasıyla kulübe yıllık ortalama 2-3 bin TL kazandırarak gösteren, bir kitleden oluşuyor.

Pek tabii, ortaya iştah kabartan bir manzara çıktı. Bir kaç sene öncesine kadar taraftarını besleyen Fenerbahçe, şimdi kulübü beslemeyen taraftarı kapıdan içeri sokmamaya başlamıştı. Diğer kulüplerin yönetimlerinin bu manzara karşısında kayıtsız kalması da beklenemezdi. Onlar da er yada geç böylesi bir değişim rüzgarına kapılmak isteyeceklerdi. Aslında, Beşiktaş'ta Serdar Bilgili, zamanında benzer bir girişimde bulunmuştu. Ne var ki çok sert bir karşılık gördü ve gururu başladığı işi bitirmesine izin vermedi. Şimdi bayrağı Yıldırım Demirören aldı ama yine bizleri şaşırtmayarak olayı oldukça yanlış anladı. Aziz Yıldırım'ın yer yer sportif, çoğu zaman ise kurumsal başarıyla desteklediği devrimi, her anlamda başarısızlıklarla süslü bir başkanlık sürecinin ardından gelen, koltuğunun şiddetli şekilde sallanacağı, büyük ihtimalle de devrileceği bir kongre öncesi yapma niyetinde. Baktığımız zaman görüyoruz ki, Beşiktaş'ta her şey on sene önce nasılsa şimdi de öyle. Stad bir kaç değişiklik dışında aynı stad. Camia aynı camia. Hedefler ve zihniyette bir değişiklik yok. Dolayısıyla taraftar da aynı taraftar. Hal böyleyken neyi, nasıl temizleyeceksin? Bugün 36 kişiyi o tribünden uzaklaştırdın diyelim. Yarın stada gittiğinde aynı adamlardan 30000 tanesi seni bekliyor olacak. Tek tek onları da kendince cezalandırdın diyelim, yerlerine gelecek olanlar uslu uslu oturup maçını izleyecek, her yaptığına göz yumacak insanlar mı olacak? Ya da yerlerine gelecek kimse olacak mı acaba?

Yazının başlarında belirtmiştim. Olay sadece Beşiktaş ve Yıldırım Demirören'le ilgili değil zaten. Sadece son dönemde yaşananlar yüzünden öne çıkan Demirören oldu. Emniyet ve kulüpler el ele vermiş, kendilerince düzeni değiştirmeye çalışıyorlar. Hiçbir hazırlık yapmadan, ölçüp biçmeden, tepeden inme bir şekilde. Takmışlar at gözlüklerini, kilitlenmişler hedefe. Bu işin böyle yapılamayacağını görmekten aciz bir haldeler. Yöntem ve özellikle zamanlama çok yanlış. Tam da Fenerbahçe maçı öncesinde Beşiktaş tribününü başsız bıraktılar. Savaşlarda bile mümkün olduğunca subaylar öldürülmemeye çalışılır ki zayiat artmasın. Şimdi bu maçta başsız kalmış, öfkeli kalabalığı kim dizginleyecek? Muhtemel olayların önüne kim geçecek? Mantık yine, ben yaptım oldu mantığı ama olmadı, hem de hiç olmadı!

Büyük ihtimal, bu iş böyle kapanmayacak. Anadolu'daki tribünler de bu operasyondan nasibini alacaktır. Bugüne kadar zaten keyfi bir şekilde verilen tribün cezaları, anlaşılıyor ki bundan sonra yönetimlerin keyfine göre de verilecek. Tribünlerde yaşanan hemen her olayın emniyet ve medya ikilisinin kışkırtması sonucu ortaya çıktığı körün yoluyken, başımıza şimdi bir de yönetici tayfası musallat olacak. Düzenin çarpık olduğu, değişmesi gerektiği ortada ama bütün ihaleyi taraftara yıkarak bu işin içinden çıkmak mümkün değil. Bu düzenin kurulmasında her kimin payı varsa, hepsi durup düşünmek, kendini sorgulamak zorunda. Tribünlere bu gücü veren yönetimlerin, her fırsatta ortalığı kızıştıran medyanın ve bugüne kadar üç maymunu oynayan emniyetin hiç mi kabahati yok? Hepsinin var. Hem de bu üçlünün arasında piyon haline gelen taraftardan kat be kat fazla. Öncelikle herkes kendi kapısının önünü bir süpürsün bakalım da toptan bir temizliğe gerek var mı yok mu diye o zaman düşünürüz.

13 Kasım 2009



Kocaeli'nde kongreler artık günlük hayatın parçası olmaya başladı. İstifa ve olağanüstü kongre kavramları giderek olağanlaşıyor. Henüz 2.5 ay önce kurtarıcı olarak göreve gelen Osman Nuri Yaman başkanlığındaki yönetim bugün itibariyle istifa kararı aldı. Göreve oldukça iddialı başlamış ve büyük vaatler vermişlerdi. Federasyon borçlarını temizleyecek ve kulübe şeffaflık kazandıracaklardı. Ne var ki, benim gözlemlediğim kadarıyla bugüne kadar yaptıkları tek icraat, önceki yönetimlerin bıraktığı borç miktarını hesaplayıp, ne kadar zor bir işe el attıklarını kanıtlama çabalarıydı. En önemli sorun olan transfer yasağını çözemedikleri gibi, tesislerin doğalgazının kesilmesine dahi göz yumdular. Kocaelispor taraftarının yüzünün her gün biraz daha kızarmasına sebep oldular ki artık taraftar da yönetimin istifasını istemeye başlamıştı. Sonuç olarak kulübe hiçbir fayda sağlamadan, dostlar alışverişte görsün mantığıyla 79 gün yöneticilik oynadıktan sonra, yine kulübü kaderine terk ettiler. Şimdi yeni bir kongre süreci başlayacak. Yarın sürpriz bir isimin aday olması bekleniyor diye söylentiler var ama bu tür söylentileri her kulübün her kongre sürecinde duymaya alıştık artık. O yüzden hemen umutlanmamak lazım. Ancak, er yada geç bir aday çıkmak zorunda. Yoksa kulüp 60 trilyonluk borcuyla kayyuma devredilecek. Eğer bu gerçekleşirse de bir daha Kocaelispor için geri dönüş şansı olur mu şüpheli.



Biz mümkün değil akıllanmayız. Süreyya Ayhan, gözümüzün önünde dibe vuran kaçıncı sporcumuz? At hırsızı kılıklı pedofilin teki ülkenin gelmiş geçmiş en önemli atletlerinden birinin hayatını bitirdi. Kimse de çıkıp yahu bu adam ne yapıyor, şuna bir engel olalım demedi. Gün itibariyle de CAS'ın verdiği ceza sonucunda Yücel Kop'un, Süreyya Ayhan'ın spor hayatını bitirdiği tescillendi. Gerçi bu saatten sonra koşsa da ne kadar başarılı olabileceği büyük muamma. Zira senelerdir şu çapsız adam yüzünden doğru dürüst ne bir antrenörle, ne de bir fizyoterapistle çalışabildi. Sakatlıklar hep üst üste geldi. En iyi olduğu dönemde, pedofil kocasının aklına uyup doping yaptı. O da yetmedi çocuk yaptı. Gerçi onu da bilinçli yapmamışlardır kesin. Tıbbın sunduklarının sadece dopingle sınırlı olmadığını, doğum kontrolü diye de bir şey olduğunu biliyorlar mıdır acaba? Gerçi artık ihtiyaçları kalmadı. Nasıl olsa ikisinin de işi gücü kalmadı. Yaparlar 2-3 çocuk daha. Süreyya evinin kadını olup çocuklara bakar. Yücel Kop da artık akşama kadar kahvede falan bir şekilde oyalar kendini.

10 Kasım 2009

"O"


9 Kasım 2009



Theo Walcott, Cesc Fabregas, Andrey Arshavin ve Bacary Sagna, Great Ormand Street adlı çocuk hastanesine bağış toplamak için kamera karşısına geçmişler. Çekilen film, 28 Kasım'daki Arsenal - Chelsea maçında gösterilecekmiş.



Nedense ülkemizde insanlar bulundukları yerlerin değerini bilmemelerine ve hiçbir başarı sağlamamalarına rağmen, o yerlerde tutulmaya devam ediliyor. Örnek mi? Bogdan Tanjevic... Neymiş Sırbistan'da efsaneymiş. Federasyon Başkanı'mızın tabiriyle basketbolun profesörüymüş. Bunların hiçbirine katılmam mümkün değil. Şu an anca Bulgaristan'da, Makedonya'da bu adama efsane veya profesör muamelesi yaparlar. Takdir edersiniz ki bizim ülke basketbolumuz ve basketbolcularımızın yetenekleri bu ülkelerle karşılaştırılamaz bile ama bu yeteneğin ve potansiyelin zerresini kullanamayan bir koça hala nasıl sabredildiği büyük bir soru işareti. Hidayet ve Memo'suz Dünya altıncılığı bu sonun başlangıcı oldu aslında. Türkiye, Dünya altıncılığıyla kandırıldı ve Tanjevic Fenerbahçe Ülker'in, yani şampiyon takımın başına geçti. Aydın Örs'ün, ülke basketbolunun en önemli değerinin yerini aldı. Efes Pilsen'in gecmiş yıllarda yaptığı hatalı koç ve oyuncu seçimleri, Fenerbahçe Ülker'in şampiyon kadrosunu, Tanjevic'le beraber tekrardan şampiyonluğa taşıdı. Zaten şampiyon olabilecek iki, hadi Telekom'u da sayalım üç takım vardı. En iyi kadro şampiyon oldu. Euroleague'de Final Eight de var tabii. Tanjevic'in FB Ülker'deki en büyük başarısıdır bence.

Sonrası öyle olmadı ama. Efes Pilsen yanlışını anladı. Kendi bünyesinden Ergin Ataman'ı işin başına geçirince Tanjevic'in de bütün foyası çıktı ortaya. Geçen yıl 2-0'dan seriyi almalarının ya da Fenerbahçe'nin seriyi vermesinin ve bu sezondaki iki maçı da almalarının kadroların arasındaki güç farkından olmadığı; bu farkın koçların arasındaki kalite farkı olduğu çok açık. Ergin Ataman son çeyreğe kadar Tanjevic'i uyutuyor ve son çeyrekte alıyor maçları. Tanjevic de çaresizce maçları izliyor, oyunculara bağırıp çağırıyor. Nedense dönüp de kendisine hiç bakmıyor. Adam da haklı tabii. Hem milli takımın başında, hem de Türkiye'nin potansiyeli en yüksek iki takımından birinin başında ve hiç hesap soran yok. Onun yerinde kim olsa kendisini kral gibi hisseder. Sanki dünyada başka koç yok da iki takımı da aynı koç çalıştırıyor. Başarılı olsa neyse çalıştırsın ama ne başarısı var bu ülkede de hala tahammül ediliyor? Dün Efes Pilsen'e kaybedilen maçtan sonra Fenerbahçe taraftarı artık isyan bayrağını çekti. İstifa sesleri yükselmeye başladı. Hafta içi Siena'yla oynanacak maç da kaybedilirse; bir de fark olursa istifa sesleri artacaktır ve gidene kadar da devam edecektir. Gitmesinin de zamanı gelmiştir.

Taraftarın en çok sevdiği oyuncularla yaşadığı problemler ve milli takımdaki oyuncu tercihlerini de yazmadan olmaz herhalde. Gordan Gricek sakat olmamasına rağmen ona takımda rol bulamıyorsan, taraftarın sevgilisi Solomon'un gitmemesi için bir çözüm bulamıyorsan, Memo, Hido, Kaya, Serkan gibi Türkiye'nin önemli oyuncularıyla problemler yaşıyorsan, maçlarda iyi oynayan oyuncuları oyundan alıp maçın sonuna kadar benche hapsediyorsan, maçların göz göre gittiğini fark edip oyuna müdahale edemiyorsan ve önemli maçların kaybedilmesine mani olamıyorsan Prof. Tanjevic'e sorarlar sen ne işe yararsın be adam diye?

8 Kasım 2009



Karşıyaka ile Bucaspor tam yedi sene sonra 29. randevuları için buluşuyor. Haftanın ve belki de Karşıyaka için sezonun en önemli maçı. Şu anda 14 puanla, 6. sıradan 7, 2. sıradan da 11 puan gerideler. Düşme potasıyla olan fark ise sadece 4. Bu maçı da kazanamazlarsa aman aman. Bucaspor ise 20 puanla daha rahat bir pozisyonda. Onlar için Mehmet Batdal ve Yılmaz'ın oynayamacağı bu maçta beraberlik de iyi bir sonuç olacaktır. Karşıyaka'da eksik olarak göze çarpan tek isim Emrah olsa da, Karşıyaka'nın bu maçta sahaya süreceği 11'i kestirmek neredeyse imkansız. Bildiğiniz üzere geçtiğimiz günlerde teknik direktör Reha Kapsal'ın işine son verildi. Kadroda Serdar ve Ramazan gibi, Reha Kapsal'la husumetleri olduğu için forma şansı bulamayan oyuncular var. Özellikle Ramazan'ın, son haftalarda bolca hatalı gol yiyen Necati'nin yerine kaleye geçmesi muhtemel. Şahsen Serdar Sinik'in de oynamasını bekliyorum.

Hafta içinde maalesef yine tribün paylaşımında sıkıntı yaşandı. Bucaspor yönetimi, taraftarını haklı olarak Türkiye'nin sahaya en uzak kale arkası tribününe göndermek istemeyerek, açık tribünün kendilerine verilmesini istedi. Bu İzmir'de sıkça uygulanan bir yöntemdir. İzmir Atatürk Stadı'nda oynanan maçlarda mümkün mertebe kimse kale arkası işkencesine maruz bırakılmamaya çalışılır. Ancak bu sefer Karşıyaka yönetimi açık tribün kombinelerini bahane göstererek Bucaspor'un isteğini reddetti. Maalesef bu kararın arkasında çok farklı bir sebep var. Karşıyaka taraftarının önemli bir bölümü Reha Kapsal'ın gönderilmesine büyük tepki gösteriyor. Karşıyaka yönetimi de kendi taraftarını kapalı ve açık tribüne bölerek tepkileri bir nebze de olsa zayıflatma amacında. Basiretsiz bir uğraş.

Maçın bana göre en önemli detayı beş maçlık cezanın sona ermesiyle Karşıyaka'nın bu sezon ilk kez taraftarıyla buluşması. Bu sezon ortaya çıkan başarısız tabloda bu ayrılığın da şüphesiz büyük etkisi oldu. Karşıyaka'nın her sezon en az on puanı taraftarı sayesinde aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bir sezonda ortalama 40-50 puan alan bir takım için önemli bir oran. Maçın pazartesi olması, takımın anormal kötü gidişi ve Reha Kapsal hadisesi mutlaka seyirci sayısını etkileyecektir ama aylardır hasretle bugünü bekleyenlerin sayısı da azımsanmamalı. Kapalı tribün hemen hemen dolacaktır. Bucaspor taraftarından da 2000 kişi civarı bir katılım bekliyorum. Sonuç olarak, yarın mutlak suretle galibiyeti hedefleyen Karşıyaka'yla ligin en golcü takımlarından Bucaspor'un mücadelesinde coşkulu tribünler önünde iyi mücadele ve güzel futbol izleyeceğimizi düşünüyorum. Fırsatı olanlar kaçırmasın. Maç saat 20:00'de. D-Spor'dan da naklen yayın var.

 
Meşale Kokusu