-->

11 Mart 2010


Yukarıdaki grafik Kanada'nın Edmonton şehrinin 27 Şubat (yeşil) ve 28 (lacivert) Şubat'taki su tüketimini gösteriyor. ABD - Kanada buz hokeyi maçının olduğu 28 Şubat günü grafik adeta kendinden geçmiş. Ani çıkışlar periyot araları. En düşük noktalar ise maç sonu ve madalya töreni. Yayının bitişinde ise en yüksek noktaya ulaşılıyor. Super Bowl baçlarının devre aralarında kanalizasyon sistemi çöküyormuş geyiğinin vuku bulmuş hali.


Ben çocukken şanslı azınlıktaydım. Evime yakın, bazı zamanlar halkın kullanımına açılan, iki çim saha vardı. Bildiğin normal futbol sahası yani. O zamanlar Türkiye daha yeni 60 milyonluk Türkiye olmuştu. Adım başı insan, her sokakta trafik yaratacak kadar araba ve çocukların sokaktan sakınılmasını gerektirecek tehlikeler yoktu. Sokakta futbol oynamak lüks değildi. Her ne kadar topumuzu kesen amcalar olsa da doğal hak gibiydi ama çim saha o zamanlar alt liglerde bile lükstü. Çime ayak basabilmek, o sahanın büyüklüğü karşısında şaşıp kalmak, cılız bacaklarla güçsüz vuruşlar yapıp topu kaleye yetiştirememek her çocuğun yaşayabildiği şeyler değildi.

O yaşta o sahalarda yaptığımız, futbol oynamaktan çok debelenip durmaya benzese de kendimizi bir farklı hissederdik çime ayak basınca. Çim sahada top sürerken, Rıdvan, Metin, Kubilay diye bağırıp futbolcu taklidi yapmaya gerek duymazdık. Çünkü biz zaten birer futbolcu olurduk. O sahaya dışarıdan bakarken sevdiğimiz futbola, sahanın içinde aşık olurduk.

Peki bunları niye anlattım? Türk Telekom'un bir süredir gerçekleştirdiği bir proje var. 130000 üyesi olan TT Çocuk portalından belirli maçlar için 22 çocuk seçerek, onları hayran oldukları futbolcu ağabeyleriyle el ele maçlara çıkartıyorlar. Bu çocuklar o koca stadlarda maç yapmıyorlar belki ama, on binlerce kişinin önünde, alkışlar arasında ilk defa çime ayak basmanın keyfini yaşıyorlar. Belki de bir gün, o sırada ellerini sıkı sıkı tuttukları ağabeyleri gibi olmanın hayalini kuruyorlar. Bir çocuğu futbola aşık etmek için bundan daha güzel bir manzara düşünemiyorum.

Bu ülkede binlerce dev şirket var ama bunlardan çok azı spora yatırım yapıyor ve gerçekten de çok çok azının yatırımı sporun temeline yönelik. 10000'in üzerinde lisanlı sporcusu bulunan Türk Telekom belki de bu şirketlerin en başta geleni ve en çok takdir edilmesi gerekeni. Şimdi, 21 Mart'ta Trabzonspor - Galatasaray maçında 22 çocuğu daha futbola kazandırmanın hazırlığı içindeler. Daha sonra bir 22 daha ve sonra bir 22 daha. Böyle böyle bir bakmışız binlerce çocuk spor yapmaya başlamış. Bu tarz çabaların diğer şirketlere de örnek olmasını diliyorum. 22 değil, 1 bile yeter.

10 Mart 2010


Bu hafta itibariyle işe başladığım için blogda biraz aksama söz konusu. Yeni tempoya alışana kadar böyle olacak gibi görünüyor. Her gün burada yazılanları okumadan içi rahat etmeyenler (varsa tabii öyle birileri) kusura bakmasınlar. Geç olsun güç olmasın diyerek başlayalım. İki takım için de önem derecesi çok yüksek seviyede bir maçtı. Nitekim Karşıyaka kazandı ve ilk altıyı psikolojik olarak garantilemiş oldu. Boluspor'la oluşan 7 puanlık fark bundan sonra zor kapanır. Artık amaç Bucaspor maçına kadar farkı 3'e çekmek. Konyaspor ise ilk ikiden çıkmak istemediğini cümle aleme kanıtlamış oldu. Zaten bir takım ligin en kritik virajında 5 hafta üst üste kazanamıyorsa, kimse kusura bakmasın ama hak etmiyor demektir.

Aslında maçın analizi açısından yazılabilecekler çok sınırlı. Hayatımda izlediğim en uyuz maçlardan biriydi. Fuat Yaman Altay'dan ayrılmasına yol açan hatayı tekrarlamadı ve bu sefer ortayı kalabalık tuttu. Ama bu sefer de savunmaya o kadar odaklanmış ki nasıl hücum edeceklerini tasarlamayı unutmuş. Karşıyaka ise klasik 4-3-3 çakması 4-5-1 kırması taktikle sahadaydı. Açıktaki kanat adamlarının asli görevinin ne olduğuna sezon başından beri bir türlü karar verilemiyor. 3 hoca değişti bu kaos baki kaldı.

Anlık patlamalar haricinde maçın bariz hakimi Konyaspor'du. Kanat organizasyonlarıyla başladılar. Düzeltiyorum, kanattan gelmeye çalıştılar. Zira organizasyon falan yoktu. Bireysel çabalar sürekli kanadın derinliklerinde yok oldu, gitti. Karşıyaka ise geçen sezon 16 gol atan ama bu sezon bahsettiğim kanat saçmalığı yüzünden yokları oynayan Emrah ve ters ayakta kaldığı için, sıkışık orta sahaya dalmak zorunda kalan Köksal'ın etkisiz kalmasıyla, nasıl olsa Okan var taktiğine geçiverdi.

İlk tehlikeli pozisyonları Poljac'la Konyaspor buldu. Ancak Poljac toplara alnı yerine burnuyla vurmayı tercih edince sonuç alamadılar. Eser'in de karşı karşıya bir pozisyonu var ama kendisinin zaten bu tarz pozisyonları gole çevirmek gibi bir yeteneği olmadığından detaya girmiyorum. Karşıyaka ilk kez toplu olarak hücuma çıktığında dakika 38'di. Bu dakikadan önce gole yönelik yegane girişim Köksal'ın 30'dan ya tutarsa vuruşuydu. Kıvanç sol dipten ceza sahasına girerken defansın uzaklaştırmaya çalıştırdığı top, yay civarında bekleyen Köksal'ın önünde kaldı ve düzgün bir vuruş sonucunda gol geldi.

Bundan sonrasını anlatmaya dilim varmıyor. Şöyle özetleyeyim: Karşıyaka kapandı, Konyaspor açamadı. Bu kadar! Ne doğru düzgün bir pozisyon, ne bir heyecan. Harala gürele, kavga gürültü. Bu kadar zayıf bir maçın ligin seyrini belirlemesi de manidar oldu ama ligin kalitesi açısından güzel bir ipucuydu.

Bu arada Ahmet Görkem Görk esprin pek komikti Sabri Ugan. Aferin seni!

 
Meşale Kokusu