-->

21 Kasım 2009




Böyle yazınca olmuyor değil mi? Bence de. Çünkü spor kulüpleri, sanki salt futbol kulüpleriymiş gibi, bilmemne spor diye adlandırılmaz. Tek kriter bu değil tabii ama sonu sporla biten kulüplerin çoğunlukla sadece futbol takımından ibaret olduğunu görüyoruz.

İstanbulspor, İzmirspor, Kocaelispor, Bursaspor, Çaykur Rizespor, Dardanelspor, Tavşanlı Linyitspor, Pursaklarspor, Pazarspor vb. doğru kullanımlardır.

Ancak, Kasımpaşa, Altay, Karşıyaka, Göztepe, Altınordu, Hacettepe, Sarıyer, Eyüp, Karagümrük, Beylerbeyi gibi takımların isimleri söylenirken sonlarına spor eklenmez.

Hayatımda Fenerbahçespor, Galatasarayspor veya Beşiktaşspor diyen birisini duymadım ama şu saydığım takımların istisnasız her birinin en az bir kere yanlış söylendiğine, medyada ve hatta federasyonun sitesinde bile yanlış yazıldığına şahit oldum. Bu konuya biraz özen lütfen...



Son bir kaç gündür Galatasaray camiası, Cemal Nalga'nın sorumsuzluğu yüzünden çalkalanıyor. Bu çalkalanmanın en büyük sebebi ise eminim hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyordur. 100 yıllık bir kulübün formasını bu tarz oyunculara giydiren yöneticiler ve antrenörler kulüp tarafından cezalandırılırken, olayın esas kahramanına ceza vermek hiç düşünülmüyor herhalde? Zaten ceza vermeyi düşünseler hazırlık maçında attığı yumruktan sonra ceza verirlerdi. Neyse bu yazdıklarımın benzerlerini okumaktan bıkmışsınızdır. Ben olaya başka bir noktadan bakmak istiyorum. Bu olayda Cemal Nalga'nın hiç bir suçu yok mudur? Hazırlık maçında aldığı cezadan sonra antrenörüne, 'hocam ben oynamayayım. Bu olay bir gün anlaşılır, ortaya çıkar. Bu büyük camia bunun bedelini öder.' diyemez miydi? Cemal Nalga, eğer profesyonel ve işinin sorumluluğunun farkında bir sporcu olsaydı, belki bunu diyebilirdi ama degilmiş demek ki. 18 yaşında genç bir oyuncu bu hatayı yapsa, hatası yoktur diyelim de 23 yaşında sen bu hatayı yapıyorsan, bu yaşta Galatasaray camiasının büyüklügünü anlayamamışsan bu saatten sonra da zor olur anlaman. Galatasaray yönetimi de federasyon versin cezasını diyor ki herhalde oyuncuya ceza vermiyor hala. Federasyon daha önce ceza verdi de ne oldu? O sorumluluğunun farkına varamadı ve Galatasaray camiasını eşine rastlanılmamış bir skandalın içine itti. Tabi bu skandalda antrenörün suçunu da küçümsemek haksızlık olur ama bence yine suçun büyüğü Cemal Nalga'nın. Bu olayla ilgili Galatasaray taraftarı ne düşünüyordur acaba? Onu da çok merak ediyorum. Fenerbahçe'yi yeniyorsun, uzatma devresinden önce yaşanan olaylar ve bu skandal yüzünden aldığın galibiyeti kutlayamıyorsun. Galibiyet konuşulmaz oluyor, güme gidiyor. Bu da eminimki en çok onları üzüyor.

20 Kasım 2009



Almanya'da patlak veren şike skandalı en çok Türkiye'yi etkileyecek gibi. 29 maçın manipüle edildiği iddası, zaten güvensizlik ortamının had safada olduğu ülkemizde bu güvensizligin körüklenmesine yol açacak gibi görünüyor. Daha kesinlik kazanmamış olmasına rağmen milli futbolcuların da bu işe karıştığına yönelik yapılan haberler ve Fenerbahçe camiasıyla ilgili gazetelerin internet sitelerinde yazılanlara bakarsak bu durum, fırsat düşkünü spor basınının son zamanlarda buldugu en güzel malzemesi olacak gibi. Olayın açıklanışının üstünden daha bir gün geçmeden, Fenerbahçe'ye yapılan suçlamanın gazete satışlarını arttırmaktan başka hiçbir amacı olmadığı apaçık ortada. Bu tarz haberlerle, her fırsatta televizyonlarda ve gazetelerinde en ufak olaylar karşısında gazeteceliğin arkasına sığınıp, ben her şeyi söylerim, benim işim bu mantığıyla davranan ve bu iddaaları desteksiz ortaya atan kişilerin dürüstlügünden ve tarafsızlığından şüphe ederim. Zaten istisnalar dışında ülkemizde tarafsız spor basını diye bir kavramın olmadığını hepimiz biliyoruz. Her takımın fanatik yazarlarının bulunduğu ve gerçekleri yansıtmayan manipülatif habercilik anlayışının hakim olduğu, garip bir sisteme sahip olan spor basınından da bu şike skandalıyla ilgili gerçekleri yansıtıp olayların çözümüne katkı sağlamak yerine olayları manipüle edip daha fazla nasıl gazete satarımın peşine düşmesi beklenirdi. Öyle de oldu zaten. Belli ki kritik bir süreç yaşanacak. Bu süreçte spor basını, acaba olayın çözülmesine yardımcı mı olacak yoksa olayların içinde olduğu kesinlik kazanmadan diger takımlara da şikeci muamelesi mi yapacak? Umarım ilki olur.



Umutluyum ama bizden ötürü değil; Fenerbahçe'den ötürü demiştim. Tam da beklediğim senaryo gerçekleşti. Bugün 3. çeyrek haricinde uyuyan, hatta horlayan bir Fenerbahçe vardı sahada. Karşıyaka da fırsatı kaçırmadı. Daha ilk yarı bittiğinde skor 33-54'tü! Fenerbahçe özellikle savunma adına kılını bile kıpırdatmayınca anormal yüzdelerle şut atma imkanı bulduk: %70 2'lik, %50 3'lük.

İkinci devrede ise Fenerbahçe, bir anda ayağa kalktı. Fark bire kadar indi. İbre terse dönüyor gibiydi ama moralsiz Fener'in nefesi yetmedi. Son periyotta Karşıyaka tekrar dirildi. Fark yeniden çift hanelere çıktı ve maç koptu. Böylesi bir geri dönüşe cevap verebilmek, o momentumu kırmak bence çok önemliydi. İlerisi için umut verici bir sahneydi. Bu maçı ölçü kabul etmiyorum, ancak bu takım sanki benim beklediğimin biraz üstünde bir performans sergileyecek.

Stiglitz'e geçmiş olsun dilekleriyle bitirmek isterim. Blogun ilk derbisini biz kazanmış olduk ama onlar da geleceği kazanmış olabilirler. Aziz Yıldırım, salonda bizzat şahit olduğu bu manzaradan sonra Tanjevic'i hala göndermezse, peygamber sabrına sahip demektir. Ne var ki sabrın sonu her zaman selamet değildir.



Cezayir'in Dünya Kupası'na gitmesinin bilançosu:

200'e yakın trafik kazası;
250'nin üzerinde yaralı;
145 kalp krizi vakası;
14 ölü!

Hala reziliz ama artık bu ayar değiliz be. Biraz da olsa yol kat ettik sanki.

19 Kasım 2009


Son üç maçı kaybettikten sonra, bu maç bizim için çok önemli bir hale geldi. Açıkçası yenileceğimizi düşünmüyorum. Eğer yenilirsek de çok büyük sürpriz olur. Siena maçının kaybedilmesi hakemin üstüne yıkıldı. Galatasaray maçında uzatma devresinin öncesinde yaşanan olaylar sayesinde bu mağlubiyet de unutturulmaya çalışıldı. Bir haftadır yok Cemal Nalga, yok olaylar... Tabii bunlar da önemli de Tanjevic'in hiç mi suçu yok? Yönetim biraz da bu konuyla ilgilense sorunlar kesin çözüme ulaşır. Maça dönersek kaybedilen bu üç maçın ihalesi, Karşıyaka'ya kalacak gibi geliyor bana. Kaf Kaf da bizimkiler bu kadar formsuzken sürpriz yapmak için elinden geleni yapacaktır ama kadroların kalite farkı buna ne kadar izin verecek göreceğiz. Bu arada maçın seyircisiz olması da iyi oldu aslında. Karşılıklı küfürleri dinleyip, birbirimize uyuz olmayacağız. Blogun selameti açısından isabet oldu.

18 Kasım 2009



Yarın potada, Fenerbahçe - Karşıyaka maçı, bir başka deyişle bizim blogun derbisi var. Malum biz 14 sezondur Süper Lig'e hasret olduğumuz için, Stiglitz'le aramızdaki rekabeti ancak basketbolda yaşatabiliyoruz.

Maalesef de basketbolda bize en ters gelen takım Fenerbahçe. En iyi olduğumuz dönemlerde bile çoğunlukla yenilmişizdir. Hele ki şu, hedef küçülttüğümüz son bir kaç sezonda büyük üstünlükleri var. Özellikle geçen sene Karşıyaka'da oynanan maç, kara leke kıvamındaydı.

Ne var ki, bu sefer umutluyum ama bu umut bizden kaynaklanmıyor tabii. Zira bizde hedefler yine aynı: 7.'lik, 8.'lik. Ucuza mucize yabancılar bulup sezonları öylesine geçirme politikamız aynen devam ediyor. Bu yüzden beni umutlandıran tek şey Fenerbahçe'nin içinde bulunduğu buhran hali. Tanjevic sağolsun takımın temellerine yüzlerce dinamit yerleştirdi. Bir kıvılcım çakmamız yeterli olacak. Böyle bir fırsatı tepmemek lazım. Tanjevic uyuzunun fişini çeken biz olursak da tadından yenmez açıkçası.

16 Kasım 2009



BİR YIL OLDU ANASININ CİĞERİ YANALI
BİR YIL OLDU ACININ ADI ÖZGÜR OLALI.



Dünkü Galatasaray - Fenerbahçe parodisinin ardından gözaltına alınan 11 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış. Peki hangi suçtan yargılanacaklar dersiniz? Görevli memura mukavemet ve darp... Tek kelimeyle inanılmaz. İşte maalesef Türk polisinin zihniyeti budur. Dün orada polisin korumakla yükümlü olduğu sporcuların sağlığına kast edildi ama onların umurunda olan tek şey kendileri. Onlara göre suç teşkil eden tek şey kendilerine yapılan hareketler. Hep söylemişimdir spor müsabakalarında yaşanan olayların sebebi çoğunlukla polisin kışkırtması veya orantısız müdahalesidir. Bir maçta ne zaman bir sıkıntı baş gösterse, şunları bir temiz dövelim de akıllansınlar mantığıyla hemen copları çıkartıp çatışma pozisyonu alırlar. Taraftarın üzerine oynamayı, germeyi ve bu sayede olayların daha da büyümesini her seferinde çok iyi başarırlar. Önleyici bir çaba içine girdiklerini görmek çoğunlukla imkansızdır.

Örneğin dün, daha olayların başındayken direkt taraftara yönelmek yerine, yirmi tane polis Fenerbahçe bençinin önünü sarsa ve oraya kimseyi yaklaştırmasa yaşananlar büyük ölçüde engellenmez miydi? Ama işte o sırada asli görevlerini, orada sporcuları korumak için bulunduklarını bir anda unutuyorlar. Sanki üçüncü bir taraftar grubuymuş gibi davranıyorlar. Bakıyoruz bençin önü bomboş. Galatasaraylılar kafalarına göre bençe saldırabiliyor. Kinsey karşı saldırıya geçiyor, hatta bir taraftara da yumruk atıyor. Bu sırada kameralara dört polisin bir kişiyi tartaklayarak gözaltına alma çabası yansıyor. Yahu bırak o adamı da gel sporcuları koru. Nasıl olsa kameradan falan bir şekilde tespit edip, daha sonra bulacaksın onu. Önce bir olayları kontrol altına al bakalım. Olmaz tabii. Adrenalin bağımlısı polisimiz hemen kendini olayların baş aktörü yapmak zorunda. Olayları önce büyütüp sonra bastırmak daha zevkli oluyor herhalde. Ama işte papaz her zaman pilav yemiyor. Kantarın topuzu kaçtığı vakit zevk mevk kalmıyor ortada. Gerçi tek suçlu taraftar değil mi? Onları günah keçisi yaptın mı herkes ikna oluyor nasıl olsa. Ne diyeyim? Aynen devam...

15 Kasım 2009



Fenerbahçe'de üst üste kaybedilen üç önemli maçın tek sorumlusunun Tanjeviç olduğunu tartışmaya gerek olmadığı ortada. Kafa kafaya giden üç maçın da kaybedilmesini engelleyememesi Tanjeviç döneminin umarım sonu olur artık. İki uzatmaya giden maça, uzatma devreleri de dahil olumlu anlamda bir müdahele et be kardeşim. Bu kalitede bir takımın şu üç maçtan en az birini kazanmasını sağla. Efes Pilsen ve Siena maçlarını görmezden gelen yönetimin, bugunkü mağlubiyet umarım sabrını taşırır da bu duruma müdahele ederler artık.

İlk önce ligdeki en önemli rakibine, sonra Euroleague'de yenmen gereken diğer rakibine, en sonunda da ezeli rakibine yeniliyorsan kimi yeneceksin ki? Bütün maçlar kafa kafaya gidiyor sonuna kadar. Sonunda oyuna ağırlık koyacak oyuncu lazım ama o oyuncu yok takımda. Vardı da işte sağolsun o oyuncuyu da(SOLOMON) takımdan kovdurttu bu kendini koç zanneden basiretsiz. Giricek mevzuunda yaşananlar da aynı. İlk beşte oyuna başlatıyorsun. Sonra yine yanına hapsediyorsun. Artık klasikleşen serbest atış krizlerine de hala bi çare bulamıyorsun. Son top sana kalıyor sanşına. Ona da hücüm çizemiyorsun. Son hücumu detaylı anlatmadan olmaz heralde. Çıkın kafanıza göre oynayın dedi ya da gerçekten hiçbir şey çizemedi.Son hücümda ya 2 ya da 3 sayı lazım ve sen hala o şutu sokabilecek adamları yanında oturtuyorsun. Greer'a topu verip salla kafana göre diyorsun. Gordan Giricek o anda bile oyunda olmayacaksa, onun yerine Oğuz oyundaysa, bu adama neden bu kadar para ödeniyor? Bu sistemde onun yeri yoksa bu adam neden alındı? Bençte oturup Fenerbahçe'nin paraları çöpe gitsin diye mi?

Gelelim maçta yaşanan olaylara. Galatasaray yöneticisi Efes maçında yaşananlar daha büyüktü diyor. Sonra Fenerbahçe yöneticisi böyle bir olay daha önce yaşanmadı diyor. Kimi kandırıyorsunuz ki siz? Birinin özürü kabahatinden beter. Öbürü de bizi balık hafızalı zanediyor heralde. Unutmadan Galatasaray seyircisinin futboldaki Fenerbahçe mağlubiyetlerinin kinini kusmaktan maçı bile kutlayamamasını anlamak mümkün değil. Yenmişsin artık. Hala niye sahaya bir şeyler atıyorsun ki? Takımın iyi ama sen takımına beş maç ceza aldırmak için elinden geleni yapıyorsun. Beş maç dememin sebebi, aynı olayların benzerinin yaşandığı final serisini göze alarak yapılan bi tahmin.

Tanjevic konusunda da bir kaç şey daha ilave etmeden bitirmek olmaz heralde. Fenerbahçe'nin hedeflerini yakalamasını saglayacak koçun sen olmadığı artık çok açık ortada. 2010/2011 sezonunda yeni salona geçilmesiyle final four hedefine ulaşmanın seninle imkansız olduğunu umarım yönetim de bu maçtan sonra anlamıştır ve hemen yeni koç arayışına başlamıştır.



Bu sene TFF 2. Lig 2. Grup'ta mücadele eden Göztepe, sezon başında Şadi Çolak ve Hüseyin Kartal'ı aldığında bir hayli şaşırmıştım. Her ne kadar geçmişte beş defa A Milli olan Hüseyin'in kariyeri belirgin bir düşüş içinde olsa da, Şadi'nin en azından Bank Asya 1. Lig'de rahatlıkla oynayabileceğini düşünüyordum. Hüseyin geçtiğimiz sezon Kasımpaşa'da yalnızca iki gol attı ama bunlardan biri play-off finalinin uzatma dakikalarında gelince on gole bedel olmuştu. Bu golle takımını Süper Lig'e uğurladı ama kendisi küme düştü. Şadi de bir önceki sezon Çaykur Rizespor'da başarısız olmuştu, ancak önceki sezonlarda gösterdiği performanslar hep belirli bir seviyenin üstündeydi. Şadi'nin 17 yaşında amatör kümede Çayspor'da oynarken bir sezonda, penaltısız 130 gol atarak Guinness rekorlar kitabına girdiğini de hatırlatmak lazım.

Bu ikilinin 2007/2008 sezonunda Diyarbakırspor'da beraber oynamışlığı da var. Diyarbakırspor'un 57 puanla 5. olarak play-off'a kaldığı sezonda, Hüseyin Kartal 12, Şadi Çolak 10 gol atmış ve takımlarının en önemli silahları olmuşlardı. Yani kağıt üstünde baktığımızda Göztepe, 2. Lig seviyesinin üstünde ve birbirleriyle uyumu kanıtlanmış iki forvet transfer etmiş ve beni de umutlandırmıştı. Sezon sonunda kesin çıkarlar, biz de makus talihimizi yenemeyip yine Bank Asya'da kalırız. Böylece uzun bir aradan sonra yine aynı ligde oynayabiliriz diye düşünüyordum. Ancak, geride kalan 13 hafta hiç de beklediğim gibi geçmedi. Göztepe şu an 17 puanla 5. sırada yer alıyor. Aslında yükselme grubu barajından sadece 4 puan gerideler, ancak attıkları ve yedikleri gol sayısı bir hayli ilginç. Şimdiye kadar 8 golle ligin en az gol yiyen takımı oldular ama attıkları gol sayısı da aynı şekilde sadece 8. Bu 8 gol de onları, kaderine terkedilen Erzurumspor ve Malatyaspor'un ardından 45 takımlı 2. Lig'in en az gol atan takımı yapıyor. Şadi ve Hüseyin'in de yalnızca birer golü var. Görünen o ki, en büyük güçleri olacağını düşündüğümüz forvet hattı en zayıf halkaları olmuş. Hüseyin'in performansı çok şaşırtıcı değil ama beklentilerin esas odağı olan Şadi'ninki tam bir hayal kırıklığı. Şadi bu durumun sebebini açıklamış aslında. Hem de daha Göztepe'ye gelmeden önce, Çaykur Rizespor'da oynarken.

"Futbolu bıraktıktan sonra memleketim Rize'de yaşamayı düşünüyorum. Babamın kasap dükkânında çalışırım herhalde. Gezmeyi de pek sevmem. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerden hoşlanmıyorum. Bu şehirlerde insanlığın kalmadığını düşünüyorum. Oysa küçük yerlerde insanlar her zaman birbirine yardımcı olur. Yani bir samimiyet vardır oralarda."

Belli ki sorun mental. Şadi henüz İzmir'e uyum sağlayamamış. Eğer bu yönde bir çalışma yapılıp, kafası rahatlatılırsa mutlaka beklenen performansı sergilemeye başlayacaktır.

Meraklısına not: İkinci lig golcüsü denince akla gelen ilk isimlerden Mustafa Kocabey de bu sezon Göztepe'yle aynı grupta ikinci sırada bulunan Turgutluspor'da oynuyor ve şu ana kadar attığı sekiz golle, gol krallığında ikinci sırayı paylaşan beş isimden birisi. 35 yaşında olduğunu da hatırlatmak lazım.

 
Meşale Kokusu