-->

14 Eylül 2011


EuroBasket 2011’de bugün çeyrek finaller başlıyor. Bizim olmadığımız, Üsküplü McCalebb önderliğindeki Makedonya’nın olduğu çeyrek finaller. Ortada bir gariplik olduğu aşikar. Bu garipliğin kimden kaynaklandığı üzerine ise biraz düşünmek gerekiyor. Bizim yaptığımız hataları veya yapamadığımız doğruları, şimdilik yazının ilerleyen bölümlerine öteleyip statü hakkında iki çift laf ederek başlamalı.

Fransa, İspanya, Türkiye, Sırbistan, Litvanya ve Almanya. Açalım... Son şampiyonada tek maç kaybederek 5. olan Fransa, son şampiyon İspanya, dünya ikincisi Türkiye, son finalist ve dünya dördüncüsü Sırbistan, ev sahibi ve dünya üçüncüsü Litvanya ile 2009’da dökülen ama Nowitzki’ye geri kavuşan Almanya. Böyle bir grup, ancak eski şampiyonaların lig usulü oynanan finallerinde görülebilirdi ama bir şekilde 2011’de de çeyrek final öncesinde oluşturmayı başardılar. Hepsi üst sıraları hedefleyen, en azından Olimpiyat hedefi olan takımlar ve her biri en iyi performansını sergilese bile ikisi dışarıda kalacak. Diğer tarafa göz attığımızda ise hasbelkader A veya B gruplarına düşseler belki ikinci tura bile yükselemeyecek performanslar sergileyen Yunanistan ve Slovenya’nın çeyrek finale kaldığını görüyoruz. Makedonya için ise takım olarak belki yürekten başka bir şey sunmadılar ama en azından McCalebb buraları hak etti diyebiliriz. Onun da aslında Makedonyalı olmaması bambaşka bir konu tabii.

Bu bizim dışımızda gelişen bir engeldi. Peki biz, kendi açımızdan nasıl bir süreç yaşadık da Almanya ile birlikte şanssız ikiliden biri haline geldik? ORHUN ENE diye bağıranları duyar gibiyim. Bu yüzden oradan başlayalım. Öncelikle insanların bilmiyormuş ya da unutmuş taklidi yaptığı bir detayı hatırlatmak lazım. Bu takımın Tanjevic’ten sonraki antrenörünün Orhun Ene olacağı 2004 yılından beri belliydi. Orhun hoca, Tanjevic’in yardımcılığına getirildiği gün dendi ki, Tanjevic’in yanında pişecek ve o bıraktığı anda da yerini alacak. Yani eğer Orhun Ene’nin göreve gelmesiyle ilgili bir itirazınız varsa bunu dile getirmek için 7 sene kadar geç kaldınız. O gün, “Harika seçim! Oyunculuk kariyeri malum, insan olarak da şahane, çok başarılı olacaktır” diyip Orhun Ene, 3 Avrupa Şampiyonası ve 2 Dünya Şampiyonası gördükten sonra, “Vay efendim, Banvit’in hocası Milli Takım’ın başına mı geçermiş” derseniz, niyetiniz şüphe uyandırır.

Başarısızlığın sebebi olarak gösterilen bir diğer unsur ise kadro seçimi. Gelin bu sürecin de biraz detayına inelim. Zira Furkan-İzzet-Semih-Doğuş dörtgeninin her bir köşesi hakkında bir şeyler söylemek gerekiyor. Aralarından çekip çıkarması en kolay olan Doğuş’la başlayalım. Bir kere Doğuş’un hiçbir zaman şampiyona kadrosunda düşünülmediğini ve ileriye yatırım olarak, bu süreci yaşaması ve de tabii ki antrenman oyuncusu olması için çağırıldığını artık anlamak gerekiyor. Dört sene boyunca, NCAA’de Texas’ın oynadığı maçları izleyenleri (varsa tabii böyle bir kitle) tenzih ederim ama kim Doğuş’un nesini gördü de kötü performans sergileyen oyun kurucularımıza alternatif olurdu deniliyor anlayamıyorum. Bir kere Doğuş oyunda olduğu anda, direkt olarak 4 oyuncuyla hücum ediyorsunuz. Güvenilir bir sayı katkısı beklemenin imkansız olduğu, şutu Rubio’dan bile kötü bir oyuncu. Penetre eder, ortalığı karıştırırdı derseniz, maalesef o da NCAA’den gelmiş bir oyuncu için Avrupa Şampiyonası’ndaki savunmalara karşı biraz zor. İşin savunma boyutunda ise iyi bir adam adama savunmacısı olmasına rağmen, alan savunmasında nasıl aksadığını da hazırlık maçlarında çokça gördük. Kısacası Doğuş, ileride bu formayı giyme şansı olan bir oyuncu ama üzgünüm, henüz değil.

Gelelim Furkan’ın dışarıda kaldığı, İzzet’in Litvanya’ya gittiği sürece. Öncelikle bütün bu karışıklığın Semih’in başının altından çıktığını bilmek gerekiyor. Kampa ilk katıldığı günden beri sergilediği, sanki Boston Celtics formasını emekliye ayırmış tavırları, antrenmanlardaki isteksiz halleri, sadece teknik heyetin değil, oyuncuların da dikkatinden kaçmadı. Bu da Semih, son dakikada ben yararlı olamayacağım dediğinde itiraz edilmemesine ve mazeretinin memnuniyetle kabul edilmesine yol açtı. Yoksa hafif sakatlıkmış falan dinlenmez, Semih mutlaka şampiyonaya götürülürdü. Bunun üzerine bir hafta önce takımdan çıkarılan Furkan yerine, son haftayı takımla beraber geçiren, son rötuşlarda orada olan İzzet’i tercih etmek gayet mantıklı ama dahası da var. En önemlisi İzzet, hazırlık sürecini Furkan’dan çok daha iyi geçirdi. Kendisinden biten setleri büyük bir yüzdeyle oynadı ve potaya bakmaktan çekinmeyeceğini gösterdi. Aksine Furkan ise direkt olarak kendisi üzerinden oynanacak oyunlarda bomboş kaldığında bile, kenardan “At Furkan, at!” diye bağırılmasına rağmen pasa baktı. Yani, “Ben sizin için ribaunt alırım, pota altında belirli bir etki yaratırım ama fazlasını beklemeyin” mesajı verdi. Bu durumda, 21 yaşında, 2,10 metre boyunda, topu yere vurabilen, bir de üstüne üçlük atabilen İzzet’i bu şampiyonada oynamayacak bile olsa, ilerisi için tecrübe kazanması adına Litvanya’ya götürmek kesinlikle bir hata olarak görülemez. Şu an hala kilo alması ve fiziğini geliştirmesi gerektiği için tam potansiyelini sergileyemese bile, bu saydığım özelliklerin bir araya çok nadiren geldiği malum. Ayrıca İzzet yüzünden rotasyon 11 kişiye indi diyenlerin de şampiyonadaki diğer takımların 11. ve 12. oyuncularına ne kadar süre verdiklerine bir bakmalarını tavsiye ederim. Bunu genel olarak tüm basketbol maçları için de yapabilirler.

Tabii şampiyona öncesinde başlayan anti Orhun Ene kampanyası ve eleştirilen oyuncu tercihleri, takıma ister istemez etki etti. Takımın daimi oyuncularından Hidayet, Ömer Onan, Ömer Aşık, Ersan, Sinan gibi isimlerin ya formsuz geçirdikleri ya da sakatlıklar yaşadıkları bir sezondan çıkmış olmalarının etkisiyle, kafalarında soru işaretleriyle başladıkları sürecin sonunda, kamuoyu da o soru işaretlerinin puntosunu büyütmek için elinden geleni yaptı. Böylece çok kırılgan bir halde Litvanya’ya gitmiş olduk. Bunun ilk yansımasını da daha Litvanya’ya iner inmez Panevezys Pazarı’nda minareye kılıf aranmaya başlanmasıyla gördük. Antrenman saatlerinden memnuniyetsizlik ve aşçı krizi, normalde bu takımın dert edeceği şeyler olmazdı. Çıkar ve oyunumuzu oynardık ama yaratılan başarısızlık kapıda atmosferi, havadan nem kapılmasına neden oldu.

Peki, bu şartlar altında başlanan şampiyonada nasıl bir performans sergiledik. Gelin 8 maç oynadığımızı ve bunlarda skor tutulmadığını düşünelim. Oynanan oyuna konsantre olduğumuzda gördüğümüz tablo, bize daha net bir fikir verecektir. Göze ilk çarpan detay, hücumda yokları oynadık. Büyük bir bölümünü perdeler üzerine kurduğumuz hücum düzenleri, rakipler tarafından çözüldü ve ikincil, üçüncül planlarımızın tüm maç uygulanabilecek derinlikte olmadığı ya da oyuncularımızın gerek fiziksel gerek mental anlamda bu geçişi yapamayacak durumda oldukları görüldü. Savunmada ise tam tersi bir tablo gördük. Her takımı, her oyuncuyu savunabilecek silahlarımızın olduğunu, Sırbistan maçının son anlarında olduğu gibi şok savunmalar yapabildiğimizi, şampiyonanın en uzun ikinci takımı olma avantajımızın farkında ve bunu savunmada avantaja çevirebileceğimizin bilincinde olduğumuzu çeşitli maçlarda gösterdik. Geçen seneyle bu seneyi yan yana koyduğumuzda, bu anlamda belirli bir yere geldiğimizi ve pek geriye gitmeye niyetimiz olmadığı açık. Özetlersek, takım halinde vasat hücum, iyi savunma ve madalya adayı 5 takıma karşı kafaya kafaya bir oyun.

İyi, kötü, çirkin; bir şekilde bu şampiyonayı geride bırakıp önümüze bakmak ve bunu yaptığımızda ne gördüğümüz hakkında konuşmamız gerekiyor artık. Yakın gelecekte bizi bekleyen en majör değişim, Hidayet, Kerem Tunçeri ve Ömer Onan üçlüsünün artık bu takımda yer almayacak olması. Yani kısa rotasyonumuzda yedekte ne var ona bakmalıyız. Kerem’in arkasından gelen seçenekler Ender, Engin ve Doğuş; daha geniş perspektifte ise Erbil, Şafak ve Fırat. Maalesef bunlar içinden ilk beş oyun kurucumuz olabilecek tek isim, basketbola ne zaman döneceği belli olmayan Engin Atsür. Ömer Onan’ın boşluğu için de iyimser şeyler söylemek mevcut şartlarda pek mümkün gözükmüyor. Eldekiler malum, aşağıdan dikkat çeken isimler ise Göksenin, Maxim ve bir alt jenerasyonda da Tayfun. Anayasa değişikliği mi yaparız nasıl çözeriz bilmiyorum ama Sinan’ın acilen süre alacağı bir takıma transfer olmasını sağlamalıyız gibi görünüyor. Kafamızın en rahat olduğu değişim süreci ise Hidayet’te yaşanacak. Neyse ki Emir, şampiyonadaki performansıyla yüreklere su serpti ve bu pozisyon bende mesajını verdi.

Görüldüğü gibi yakın gelecekte bizi kritik bir süreç bekliyor. Elimizdeki jenerasyon uzun uğraşlar sonucunda belirli bir noktaya geldi ve bize bir dünya ikinciliği armağan etti. Ancak artık emeklilik zamanları yaklaşıyor. Şimdi yeniden bir yapılanma içine gireceğiz. Bu süreçte ise anahtar kelime, koca sözlükte Türk halkının en sevmediği kelime olan “sabır” olacak. Tanjevic’e altı yıl sabredildiğini unutmadan, Orhun Ene’ye hak ettiği şansı vermemiz ve kendi kadrosunu oluşturmasına imkan vermemiz lazım. Yukarıda saydığım ve çok da umut bağlayamayacağımızı söylediğim isimleri en iyi tanıyanlardan biri olarak, onları beklentilerin üstüne taşıyabilecek kişi Orhun Ene’dir. Hemen bir sonraki şampiyonada altına koşamayacağımızın bilincinde olarak, Orhun Ene’yi desteklemeli ve daha geniş bir zamanda, kafasındakileri yapabilmesine imkan tanımalıyız. Tabii ki üstünden Tanjevic’in gölgesini de çekerek...

0 yorum:

 
Meşale Kokusu