-->

19 Şubat 2010


Dün Fenerbahçe maçı öncesinde tecrübe faktöründen bahsetmiş ve Fenerbahçe'nin Lille'den bir adım önde olduğunu iddia etmiştim. Maçın sonunda oluşan 2-1'lik skorla Fenerbahçe nispeten avantajlı bir skor elde etti ama bunu sağlayan benim öngördüğüm üzere tecrübesi değil, fizik gücüydü.

Maç daha başlamadan, hatta ben televizyonun başına geçmeden yenilen gol, bir hayda nidasıyla beraber acaba diye sormama neden oldu. Acaba bu da Fenerbahçe'nin saçma sapan elendiği, yazık oldu diyeceğimiz eşleşmelerden birine mi dönüşecekti. Neyse ki Vederson şapkadan tavşanı erken çıkardı. 1-1'i yakalayan Fenerbahçe 1 gol daha yemeye tahammül edebilecek konuma geldiği için epey rahatladı ve sakin sakin topunu oynamaya başladı. Dakikalar ilerledikçe Lille'in sezonun en overrated takımı olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Beraberliği kotarmaya gelen Fenerbahçe karşısında, bizimkilerin yaptığı hatalar haricinde pozisyona girme konusunda büyük acz yaşadılar.

Fenerbahçe ise bütün hücumu Emre'yle Alex'in sırtına yükleyip, anlık patlamalar yaşamanın peşindeydi ki, bunu uygulama konusunda da epey başarılı olundu. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Emre bu ülkede top oynayan, ayakları yere en sağlam basan futbolcu. Kabiliyetini özgüvenle birleştirdiğinde ölümcül bir sonuç ortaya çıkıyor. Koca orta sahayı tek başına ayakta tutuyor. Dün de hem defansta, hem de takımı öne taşıma konusunda üstün performans gösterdi. Aynı şekilde Alex'e de bir parantez açmak gerekiyor. Alex'in performansını etkileyen tek bir değişken var. Oynamak isteyip istememesi. Dün oynamak istedi ve yine o öldürücü paslarını sahneye çıkardı. Ne yazık ki bu pasların hedefi Guiza denen basiretsizlik abidesi olduğundan, skora katkı yapamadı.

Maçın dönüm noktası maalesef Deniz'in Frau'ya yaptığı asist oldu. Lugano'nun sakatlanıp çıkışından itibaren korkuyla beklenen bu hata yapılmasa maçın 1-1 sona ereceği garanti gibiydi. Ancak dediğim gibi 2-1'lik skor da tahammül sınırları içerisinde yer alan bir sonuç. İkinci maça pozitif bakmamak için hiçbir sebep yok. Özellikle sergilenen oyunları tarttıktan sonra. Açıkça görüldü ki Fenerbahçe Lille'den daha iyi bir takım ve zaten daha iyi bir oyun ortaya koydu, ancak hatalar ve beceriksizce harcanan pozisyonlar turu daha ilk maçtan garantilemelerini önledi. Lille'in ikinci maçta muhtemelen cehenneme dönecek Saraçoğlu'ndan turu geçmiş bir şekilde ayrılabileceğine ihtimal bile vermiyorum.


Şu son paragrafta yazdıklarım pekala Galatasaray - Atletico Madrid eşleşmesine de uyarlanabilir. Galatasaray da bana göre kendisinden daha zayıf bir takım olduğu ortaya çıkan Atletico karşısında turu geçmiş, gitmiştir. Rijkaard'ın, zafer sarhoşu Madrid ekibine karşı sergilediği akıl oyunu daha maçın ilk dakikasından itibaren meyvelerini vermeye başladı. Atletico'lu futbolcular, tamam sahaya çıktık da şimdi ne yapacağız ki acaba havasındaydı. Galatasaray'ın üç tane geçit vermeyen iç orta saha oyuncusuyla karşılaştıklarında yaşadıkları şaşkınlık, gereksiz kazandıkları frikik ve ardından gelen gol olmasa bütün maç baki kalacak gibiydi.

Golün ardından gelen Caner - Dos Santos değişikliği bana göre pire için yorgan yakmaktan başka bir şey değildi. Dos Santos'u oyuna girdiği andan, ikinci yarıda Arda'nın ayağından topu aldığı pozisyona kadar gördüğümü hatırlamıyorum. Yani yaklaşık 35 dakika. Gerçi sonrasında da görmez olaydım dedim zaten. Bu yüzden Galatasaray'ın hücum opsiyonu olarak yegane sağ kanat kaldı. Neyse ki Keita insan üstü bir performans gösterdi ve Asenjo'nun hatalı açıldığı pozisyonda golünü de atarak tur kapısını ardına kadar açtı.

Bana göre bu maç özelinde yapılması gereken en önemli tespit, Galatasaray'ın asıl sorununun forvetsizlik falan olmadığı. Sarı kırmızılıların en önemli sıkıntısı Topal-Sarp ikilisi. Defansif özelliklerine söyleyecek sözüm yok ama bu ikili beraber oynarken ileriye top taşımak, deveye hendek atlatmaktan daha zor bir iş. Elano garibim bu ikisiyle ver al yapıp da bir şeyler üretemeyeceğini bildiğinden ceza sahasına kadar gelerek top alıp, uzun uzun paslar atmaya çalışıyor. Şu takımdan Sarp'ı ve Topal'ı çıkartıp yerlerine sadece bir tane daha Elano sokabilsen hücum gücün ikiye katlanır. Şu haliyle Galatasaray, taktik anlayışı mükemmel, oyun zekası üst düzey ama teknik olarak yetersiz bir portre ortaya koyuyor. Hal böyle olunca da en uçta Arda'nın, Keita'nın veya Baros'un oynamasının hiçbir farkı kalmıyor.

Velhasıl kelam, şu an benim merak ettiğim tek soru var. Galatasaray, Atletico Madrid'i yenerek mi geçecek, yoksa 0-0'a mı öncelik verecek. Bu seçeneklerden birini tercih edebilecek lükse sahip olduklarını kanıtladılar. Şu Atletico'nun Galatasaray karşısında oyunu yönlendirme gibi bir lüksü yok bana göre. Rövanş, Galatasaray nasıl isterse öyle oynanacak.

Şu saatten sonra iki takımımız da turu geçemezse çok üzülürüm. Çünkü bu ancak şanssızlıkla veya basit hatalarla mümkün olabilir. Ne Lille Fenerbahçe'yi, ne de Atletico Galatasaray'ı futbollarıyla ekarte edebilir. Benim gözümde bu iş hemen hemen bitmiştir. Merseyside'da Türk buluşması hayırlı olsun.

0 yorum:

 
Meşale Kokusu